Yaşam Hakkını Savunmak-2
Gecikmeli bir yaşam hakkını savunmak yazısına tüm okurlarımızdan özür dileyerek kaldığımız yerden devam edelim.
Ne demiştik bir önceki yazıda bitirirken Fatih Sultan Mehmet'in övgüyle "Dünyanın Gözü" betimlemesi yaptığı bir coğrafyaya göz diken sermayenin termik santral yatırımını!!! (saldırısını mı desek acaba?) ve buna bağlı yöre halkının/yaşam savunucularının direniş hikayesini (burada da destan diyebiliriz ki 16 yıldır sürüyor) yazalım artık.
Öncelikle bu mücadeleyi hem şehrin tamamına yayarak halkın tam desteğini almak ve yasal bürokratik kitlesel tüm mücadeleyi omuzlayan Bartın Platformuna ve emeği geçen herkese ayrı ayrı teşekkür etmek gerek. Her ne kadar mücadele aşamasında elimden geldiğince destek olsam da süreci baştan sonra teknik verilerle kronolojik bir sırayla anlatan değerli hocamız Prof. Dr. Erdoğan Atmış'a da ayrıca teşekkür ediyorum.
O zaman başlayalım.
2005 yılında kömür çıkarma vaadiyle gelen Hattat Holding'e bağlı Hema A.Ş., halkın termik santral çekincesine karşılık, termik santral yapılmayacağını sadece kömür çıkarılıp piyasaya satılacağını beyan ediyor.
2008 yılında ise Holdingin başındaki isim Mehmet Hattat, TTK (Türkiye Taş Kömürü İşletmesi) ile yapılan sözleşmelerinin termik santral şartı ile yapıldığını beyan ediyorlar. Fakat sözleşmeler incelendiğinde böyle bir başlık yok. Türkiye Taş Kömürü İşletmesi ise santral yapma şartı ile sözleşme yapamaz çünkü termik santrallerle ilgili kurum o değil.
Kömürle ilgili izinleri alıp, kuyuları açtıktan sonra ise 2009 yılında Termik Santral yapımı için şirket ilk ÇED (Çevresel Etki Değerlendirme) başvurusunu yapıyor. Aynı alanda 2640 MW lık bir termik santral, kül havzası ve limanı kapsayan bir başvuru bu. Liman ne için sorusuna cevaben ise şirket, fazla çıkan kömürü taşımak için kullanılacak diye cevap veriyor. Buradan çıkarılabilecek kömür miktarının 2640 MW lık bir santrale yetmeyeceği matematiksel olarak mümkün değil. Fazlası ise hiç mümkün değil. Bu limanın ithal kömürü taşımak için kullanılacağı gayet açık.
İlk başvuruda bakanlık bu santralin çok büyük olacağını söyleyip firmaya bu santralin iki ayrı ve farklı alanda projelendirilmesi gerektiğini önererek, ÇED başvurusunu reddediyor.
İkinci ÇED başvurusunu ise firma, Bartın ve Amasra Termik Santrali olarak 2 adet üzerinden yapıyor. 1320 MW+1320MW olarak, kül havzası ve limanı da içeren başvurular bunlar.
İkinci başvuruya kadar halk tepkili fakat tepkiler bireysel tepkilerle sınırlı. Esnaf, bölge halkı ve sivil toplum örgütleri kendi bireysel tepkilerini gösterirken, yerel TMMOB bileşenlerinin santralle ile ilgili hazırladıkları raporu açıklamasıyla kitlesel bir örgütlenmenin fitili ateşleniyor. Bölgede ki tüm stk, sendika, kurum, siyasi parti temsilcileri, muhtarlar, esnaflar, dernekler vs hepsi tek tek ziyaret edilerek konuyla ilgili kapsamlı bir bilgilendirme ve mücadele çağrısı yapılıyor. Bartın Halk Eğitim Merkezinde bölgedeki tüm kurumların temsilcileri, esnaf ve halkın olduğu (keza iktidar partisinin il başkanının da olduğu) bir toplantıda Bartın Platformu kuruluyor. Ve halkın seçmiş olduğu dönemin Amasra Belediye Başkanı ve Bartın Belediye başkanı platformun eş sözcüleri olarak seçiliyor.
Platform oluştuktan sonra halktan ve kurumlardan gelen, genel kapsamlı bir bilgilendirme toplantısı talebine istinaden dönemin Bartın Valisi İsa Küçük'ün organize ettiği bir toplantıda, şirket yetkilileri, şirketin yabancı ortaklarının temsilcileri ve platformun bileşenlerinin katılımı ile İl Özel İdare binasında hazır bulunuluyor. Toplantıda yapılan tüm konuşmalar Vali bey tarafından kayıt altına alınıyor. Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğünün daha sonra kitaplaştırdığı bu toplantıda, halkın büyük bir tepkisi ile karşılaşan şirket, resmi olarak ilk kez halkı temsil eden Bartın Platfomunu tanıyor. Daha doğrusu tanımak zorunda kalıyor.
Şirket böylesine büyük bir direnişle karşılaşınca, propaganda çalışmalarına başlayıp halkın yumuşak karnı olan işsizlikten de dem vurarak her muhtardan iş vaadi ile on isim istemesi, sokakta halkla ilişkiler masaları kurup el ilanları dağıtmaya başlaması vs ise halkta büyük bir karşılık bulmuyor.
Şirket, TTK ile yaptığı rödovans sözleşmesi gereği çıkarması gereken kömürü istenilen süre içerisinde çıkarmıyor. Fakat bu ihlal, yaptırıma ve tazminata sebep olacağından oluşturduğu sözde bilim adamları ekibi ile halkın tepkisini ve benzer konuları olağan üstü hal gibi göstererek çıkaramadıklarını sözde bilimsel raporlar hazırlayarak, devlete tazminat ödemesinin önüne geçiyorlar. Yani biz çıkaracaktık ama halk engel oldu, olağanüstü durumlar hasıl oldu demeye getiriyorlar. Hem de halkının neredeyse yarısının maden işçisi olduğu bir bölgede.
Yapılan rödovans sözleşmesi ise zaten baştan tutarsız. Şirket 20 Yılda 26 milyon ton kömür çıkaracağını vaat ediyor. Bu da yılda 1,3 milyon ton kömür yapar. Lavvar atığı çıkarıldığında ise (lavvar atığı santralde yakılmak üzere temizlenecek kömürün içerisinde bulunan kömürden hariç olan olan maddeler) geriye ortalama 700 bin ton kömür kalıyor ki 2640 MW gücündeki bir termik santral ise 7-8 milyon ton kömür yanması gerekiyor. Bu ise temizlenmemiş haliyle 16 milyon ton kömür yapar. Fakat bu bile şirketin sözleşme gereği çıkaracağı kömürün 10 katından fazla bir miktar. Kaldı ki bu kadar rezerv Amasra da yok, olsa bile teknik olarak belirtilen sürelerde çıkarılması mümkün değil. Buradan da şunu anlıyoruz, yani bu fazlalık olan miktar kadar kömür ithal edilecek. Rödovans sözleşmesi gereği ödemeleri gereken tazminatı ödememek için uyduruk bilirkişi raporları hazırlayarak bu tazminat ve cezalardan kurtarıyorlar. Ama aslında olan tek şey bu sözleşmelerle, 2005'ten beri tek bir kürek dahi kömür çıkarmayarak devletin zararı uğratılması.
İşin trajik ve acı yanı ise devletin bu raporu incelemeden ve değerlendirmeden bu tutarsızlıkları kontrol dahi etmeden ÇED başvurusunu işleme alıyor oluşu. Asıl soru aslında burada. Devlet bir şirketin böylesine gerçek dışı rakamlarla hazırladığı bir projeyi, raporu incelemez mi? Bunların gerçekdışılığını kontrol etmez mi?
24-25 Kasım 2010 tarihinde Bartın Platformu tarafından, ÇED halkın katılımı toplantılarına halkın katılımı için çağrı yapılıyor. Platform tüm Bartın halkına, kurumları, esnafları, iş adamlarını, köy köy gezerek, kapı kapı dolaşarak tüm halka konuyu anlatarak toplantıya katılımını sağlıyor. Nitekim toplantıya bu vesile ile 4000 kişi katılıyor. Toplantı halkın tepkisi nedeniyle yapılamıyor ve bu durum tutanak ile imza altına alınıyor.
Çevre ve Orman Bakanlığı yetkilileri ise bu tutanağa rağmen sanki bu toplantı yapılmış gibi bir sonraki adıma geçerek bir hafta sonra Ankara'da Çevre Bakanlığında ÇED Kapsam Belirleme ve Format Verme Toplantısı yapılmasına ön ayak oluyor. Yine platformun girişimleri ile 1000 kişilik bir katılımla Bartın'dan Ankara'ya yöre halkı akın ediyor. Platformdan on kişilik temsilci bir ekip toplantıya katılıyor. Bakanlığın Çevre Düzeni Planını hazırlayan Mekansal Planlama Genel Müdürlüğü bile bu termik santralin planda olmadığını ve yapılmasının uygun olmadığına dair ve Zonguldak Filyos sahasının alternatif olduğu şeklinde görüş belirtiyor. Ve bu sahada bunun yapılamayacağı kararı alınıyor. Halkta derin bir nefes alıyor.
Biz de 16 yıllık bu mücadelenin burasında bir es verelim. Zira yazımız mücadelenin büyüklüğü ile doğru orantılı.
Yaşam Hakkını Savunmak-3
Değerli okurlar, azimli Bartın Halkının ve Bartın Platformunun yaşam hakkını savunma mücadelesini anlatmaya kaldığımız yerden devam ediyoruz.
2013 yılında şirket projenin ismini (Hema) değiştirerek tekrar ÇED başvurusu yapıyor. Yine merkezden ve köylerden halkın büyük katılımı ve tepkisi sonucu, Şubat ayının soğuğunda Tarlaağzı köyünün eski ilkokulunda planladıkları halkın bilgilendirilmesi toplantısı halkın tepkisi sebebiyle yapılamıyor. Bu toplantının yapılamamasında köylü kadınların tencere tavalar çalarak okulun kapısında bir duvar oluşturmasını atlamamak gerek. Daha önceki ÇED toplantısı büyük bir salonda organize edilirken toplantının bu kez köy ilkokulunda planlanması da gözlerden kaçmıyor elbette.
Ankara'da yapılan kapsam belirleme toplantısında ise firma 2010 da iptal edilen yer ile aynı koordinatlarda olmasına karşın -hayır burası farklı bir yer- diyerek ÇED sürecini devam ettiriyorlar. Eylül 2013 te yapılan inceleme değerlendirme toplantısında yine aynı şekilde çevre düzeni planına uygun olmadığı için durduruluyor süreç. Firma ilk ÇED sürecinin başlatılmasından cesaret alarak Hema Termik Santrali projesinin hemen yanında Batı Karadeniz Termik Santrali adıyla yine 1320 MW lık başka bir termik santral başvurusunda daha bulunuyor. Şirket isimleri değişse de patron aynı patron. Bakanlık, Batı Karadeniz Termik Santrali projesini, 2010 yılındaki uygun bulunmayan proje ile aynı yerde diyerek reddediyor. Fakat devletin aynı kurumu, aynı holdinge bağlı iki şirketin aynı bölgede yapmak istediği termik santralin birisini reddederken birisine yol veriyor. Burada ciddi bir vurdumduymazlık ve körlükten bahsetmek ise kaçınılmaz oluyor.
Bakanlığın Hema termik santral sürecini iptal etmesi gerekirken, süreci devam ettirmesi nedeniyle, 2014 Haziran ayında halk büyük bir kitlesel eylemle, iş yerlerinin kepenklerini kapatarak, (Amasra ilçesinde açık iş yeri dahi kalmıyor) Bartın merkezden Amasra Gömü köyüne kadar büyük bir insan zinciri oluşturarak bir protesto düzenleniyor. Bu tepkiye rağmen bakanlık ve şirket çed sürecini geçirerek raporu askıya çıkarıyorlar. 10 günlük itiraz süreci olan bu rapor için platform kapı kapı, köy köy, dükkan dükkan dolaşarak 18 farklı içerikte dilekçeler hazırlayarak kurumsal bireysel olarak itiraz başvuruları yapılmasını sağlıyor. Fakat buradaki en önemli detay ise tam 43 bin ayrı dilekçe ile (bu belki de dünyada tek örnek olabilir) itiraz edilmiş olması. (NOT: Kanal İstanbul projesi için 100 bin civarında bir itiraz dilekçesi verilmişti. 16 milyonluk bir metropol ve iki yüz bin nüfuslu küçük şehir kıyaslandığında 43 bin dilekçe çok büyük bir sayıdır.)
Normal şartlarda iki yüz bin civarında nüfusu olan bir ilden bir projeye 43 bin resmi itiraz dilekçesi geliyorsa o proje kesinlikle iptal edilmesi gerekirken bakanlık bunu seçim kaygısı ile rafa kaldırmayı tercih ediyor.
Fakat 15 Temmuz darbe girişiminden sonra ki OHAL sürecinde ise (halkın eylem vs yapamayacağı düşünülerek fırsattan istifade) dosya raftan indiriliyor. Dönemin bakanı ise Hattat'ın hemşehrisi Mehmet Özhaseki. Hemşehrilik lobisi çalışıyor ve ÇED raporu olumlu sonuçlanıyor. Bunu takip eden 1 ay içerisinde ÇED Raporu Çevre Düzeni Planına aykırı olduğu için kabul edilmemesi gerekirken, önce rapor kabul ediliyor ve bu rapora dayanarak 1/100000 lik ve 1/25000 lik Çevre Düzeni Planları değiştiriliyor ve planlara termik santrali işliyorlar.
Fakat Platform bunun üzerine canla başla çalışarak, OHAL döneminde değiştirilen Çevre Düzeni Planlarındaki değişikliklerin iptali için 2002 davacı ile davaların açılmasını ve 10 bin ayrı itiraz dilekçesi verilmesini sağlıyor. Bu arada Zonguldak İdare Mahkemesi ÇED Olumlu Raporunun iptali için davayı reddediyor. Fakat Danıştay 14. Dairesi Zonguldak İdare Mahkemesinin bu kararını hem liman ve hem termik santral için ÇED sürecini geri dönülemez şekilde iptal ediyor.
Termik santralin bu bölgede yapılamayacağına ilişkin bütün bu hukuksal kararlara ve halkın itirazlarına rağmen bıkmayan şirket ısrarla 2019 yılında yeni bir ÇED başvurusu yapıyor. İsimsiz bir termik santral projesinin ÇED süreci ise yine büyük tepki ve mücadeleler sonucu 4 Şubat 2021 de durduruluyor. Ve halk yine derin bir nefes alıyor.
Biz de burada yine bir es vererek yazımızı noktalıyoruz. Zira mücadele devam ediyor.
Yaşam Hakkını Savunmak-4
Güzel coğrafya Bartında yaşanan bu inanılmaz bürokratik, hukuki ve kitlesel mücadeleye devam edelim.
Şimdi bakalım halkın açtığı bu davalara ne olmuş?
Danıştay 6. Daire 1/100000 ölçekli Çevre Düzeni Planı Değişikliğinin yürütmesini 2019 da durduruyor.
2020 yılında Ankara İdare Mahkemesi 1/25000 ölçekli Çevre Düzeni Planı Değişikliğini, Zonguldak İdare Mahkemesi de 1/1000 ve 1/5000 ölçekli planlarda yapılan değişiklikleri iptal ediyor.
Danıştay 6. Dairesi 2021 yılında ise yürütmeyi durdurma kararı verdiği davada değişikliği tamamen iptal ediyor.
Platformun açmış olduğu bir dava daha var o da şirketin almış olduğu elektrik üretim lisansının iptali davası. Bu dava devam ediyor.
Yani bir nevi halk mücadelesini hukuken kazanıyor.
Şirket, termik santral çabalarının boşa çıkması ve sözleşmesinin bitmesine 3 yıl kalmasına rağmen kömür çıkarmaya yöneliyor sözde ve kömüre çıkarmaya odaklanmış gibi Çinli bir girişim grubuyla anlaşmaya çalışıyor.
Bu arada Bartın Platformu, firmanın görüştüğü Çinli şirkete ve muhtemel girişimci şirketlere termikçi şirketin güvenilirliği üzerinden tüm bu süreci anlatan bir mektup yazıyor ve uyarıyor. Bu mektupları platform adına, aynı zamanda platform sözcüsü olan Amasra Belediye Başkanı Recai Çakır gönderiyor.
Fakat şirket ise bunu Türkiye'nin gelişmesini engelliyormuş, kömür çıkarmasına karşı geliyormuş gibi lanse ederek bir kampanya başlatıyor ve Amasra Belediye Başkanı Recai Çakır'a ve Amasra Belediyesine 1 milyon liralık tazminat davası açıyor. Bununla da yetinmeyip İç İşleri Bakanlığına Türkiyeyi kötülediği gerekçesi ile şikayet ediyor. Yüce devletimiz de 16 yıldır mücadele eden halkın itirazlarına göstermediği hassasiyeti bu şikayette göstererek belediye hakkında inceleme başlatıyor.
Geçtiğimiz yılın son günlerinde görülen duruşma öncesi ve benimde desteklemek amacıyla katıldığım Çağlayan adliyesi önünde yapılan basın açıklamasında Amasra Belediye Başkanı Recai Çakır'a destek amacıyla toplanan vatandaşlar “Bizlerden 1 milyon Türk Lirası talep edilen bu davanın asıl amacı; Bartın-Amasra halkının geçtiğimiz süreçte hukuki zaferle sonuçlanan termiksiz yaşam mücadelesini cezalandırmak ve mücadele edenleri sindirmektir. Belediye Başkanımız Recai Çakır'ın yanındayız ve mücadelemiz sürecek" diyerek desteklerini ve mücadeledeki kararlığını belirtiyor.
Duruşmaya ise Başkan Recai Çakır'ın sözleri damga vuruyor. "Türk ulusunu aşağılamam mümkün değildir. Ben işçi haklarını yok sayan ve turizmle öne çıkan ilçemizi kirletecek bir hukuksuz yatırıma karşı çıktım." Dava ileri bir tarihe ertelendi.
"Bartın halkı ve Bartın Platformu diyor ki, "16 yıldır 1 kürek kömür çıkarmamışsınız, çıkarmayacağınızı da biliyoruz. Çıkaracaksanız bile Çin'den işçi getirerek yahut taşeron işçilerle çalıştırarak, yapmaya çalıştığını biliyoruz. Çalışan işçilerin haklarını vermediğinizi, sömürdüğünüzü de biliyoruz. Burada zaten Türkiye Taş Kömürü İşletmesi var. Çıkaracaksa TTK orada yıllardır kömür çıkarıyor, o çıkarmaya devam edecektir. Sen artık Bartından git. "
Son söz olarak şu cümle ne kadar da güzel olur değil mi?
Her mücadele eden kazanamayabilir ama her kazanan mücadele ederek kazanmıştır.
Buradan yaşamı savunanlara bin selam olsun.