Zalimin çıkarttığı yangınlara su taşırken
Mazlumun kayıtsızlığında piştim ben
Öldüğünü bilmeyen ölüler ülkesi burası
Nasır tutmuştur ellerim
El verirken bir kabzımalın yüküne
Su taşıdım tek tek buğday başaklarına
Üşenmek, burun bükmek ne haddime
Tütün kuruttum, pamuk hasat ettim
Kavurulurken yüzüm güneşin alnında
Tornacı tezgahından, kaynak ateşinden
Mobilya talaşından
Denize çıkan sokaklardan,
Ormana açılan bahçe kapılarından,
Ayağımda çizme, başımda baret
Kaldırım gören yarım pencerelerden süzüldüm maviye
Bir ceylan gibi sekerken aslanın pençesinden
Zalimin dişli düzeneğine çekicimi vururken ellerim kanlı nasır
Mazlumun pişkinliğinde taş olmaya durdum ben
Şimdi nasıl da güzel dönüyor yağlı çarklar
Çok mesut halinden kabzımal, tornacı ve dahası
Bu kabulleniş yalnız bana münhasır değil
Çocukların sesi de yok parkta,
Bir güzel tablo üstünde kadının gözü de
Ya da bir köpeğin kendi kuyruğu etrafında dönüp duran neşesi
Çok mesut halinden çiftçi, fırıncı, çöpçü ve daha onlarcası
Ama hiç yüzü gülen de yok
Çünkü burası öldüğünü bilmeyen ölüler ülkesi