"Eğer uslu bir çocuk olursan sende şirinleri görebilirsin". Böyle diyordu Peyo'nun yarattığı, uzun yıllar ABD'de yasaklı kalan Şirinler çizgi filminin dış sesinde. Şöyle bir kafamızı kaldırdığımız da yahut yüreğimize dokunan şeylerin sahiplerine baktığımızda, bize söylenen uslu durmak telkininin aksine sistemin usluluk (ben usluluk yazıyorum siz biat anlayın) dayatmasına ses çıkaran, cesur ve bir o kadar iyi kalpli insanları görmemek işten bile değil. En güzel örnek benim için Kazım Koyuncu. "Birbirimizi anlamamız için aynı dili konuşmamıza gerek yok. Ezildikten hepimiz aynı şarabız" diyecek kadar evrensel bir insan tanımıyla herkesi kucaklayan ve bir o kadar sisteme karşı ses çıkaran Kazım Koyuncu. Birebir tanımasam da ölüm haberini aldığımda yıkıldığım ve bir köşede sessizce ağladığım bir Kazım Koyuncu. Ve o, yok edici lağım sistemin silahlarından, nükleerin etkisiyle artan kanser vakalarına kurban verdiğimiz milyonlardan birisi...
Dün, 24 Haziran 2001 tarihinde yaşadığım o acı hisleri bir kez daha yaşadım, kitaplığımın önünde -yine ölümüyle yıkıma uğradığım- Küçük İskender'i okurken aldığım İlhan İrem'in vefat haberi ile. O da gök kubbede yerini almıştı beklemediğimiz bir anda. Romantik ve aşk dolu şarkıları, yediden yetmişe sınıf, ırk dil kültür vs. ayırmadan herkesin şarkılarına ezbere eşlik ettiği güzel insan, kendine münhasır İlhan İrem işte. Kalakaldım öylece koltuğumda. Yine bir vicdanı ve aşkı dava belirlemiş güzel insan, en çok ihtiyacımız olduğu zamanda, yarınlarımızın bize yazık edildiği zamanlarda ayrıldı aramızdan. Bu dünyaya çok değerli eserler haricinde bir dünya görüşü, bir duruş bir renk bıraktı.
Yaptığı iktidar ve sistem eleştirileri ile birlikte hiç bozmadığı çizgisi, ekoloji mücadelesindeki duruşu, Atatürk sevgisi ve ilkelerini sahiplenişi, aydınlık günlere olan özlemi, üretkenliği ve yarınlara yazık olmaması için verdiği uğraşı hep hatırımızda kalacak.
İnsanın neşesini, umudunu, güzelliğini yok edecekleri ve aydınlık saçan tüm değerleri, bilimi felsefeyi, sanatı bir bir ortadan kaldıracakları ve halkı Ortadoğu bataklığına sürükleyecekleri gün gibi ortada iken biz iktidarın -uslu bir çocuk olun- telkinlerine kendi çapımızda ne kadar uymasakta yeterli değilmiş demek ki. Her geçen gün daha kötüye gidiyorsa durum, gerektiği gibi gür çıkaramamışız demek ki sesimizi... Şimdi ise daha bir anlamlı geliyor ve daha bir yüksek sesle, içimizi yakan pişmanlıkla söylüyoruz değil mi " yazık oldu yarınlaraaaa" diye... Ben üstüme düşeni yaptım yanılgısına ve rehavetine düşmeyin asla. Yoksa bir bir yitirdiklerimiz, vebal uğruna toprağa verdiklerimizin anısına ihanet etmiş sayılmaz mıyız?
İktidarın uslu çocuğu olmayı reddedenler bir bir aramızdan ayrılırken biz ne yapıyoruz peki? Şapkamızı bir türlü kafamızdan çıkarıp önümüze koyamıyoruz değil mi? Ne geçmişten ders, ne de yitirdiklerimizi örnek alıyoruz. Uslu uslu kapalı kapılarımızın ardında hayalini kurduğumuz şirinler köyünün sihirli değnekle hop diye gerçekleşeceğini sanarak bekliyoruz öylece... Oysa Gargamel bir bir ortadan kaldırıyor bilge şirinleri, mühendis şirinleri, çalışkan şirinleri, şakacı şirinleri. Hele şirineyi kadın cinayetlerini normalleştirerek sindirmiyor mu?
Şirin baba ve şirinlerin işin içinden çıkamadıkları sıkıntılarda zaman zaman başvurdukları büyü cesaretin ve bilginin ta kendisi olmasın sakın? Acaba biz uslu olmaktan çıkıp gargamellere ve azmanlarına artık haykırmalı mıyız aydınlığa özlemimizi ve ihtiyacımızı? Ya da artık seyirci kimliğimizden çıkmalı kendi küçük mantar evlerimizi hazırlamalı mıyız?
Biz kim miyiz? Yarınları karanlık adamlarca yazık edilen ve susturulan Smurf'larız...
SMURF= "Socialist men under red flag" yani Kızıl bayrak altında yaşayan küçük adamlar...
Işığınız yoldaşınız olsun sevgili İlhan İrem ve diğer şirinler...
Uyanırsak aydınlığı getireceğiz söz...