29 Temmuz 2022 Cuma

Uslu Durup Şirinleri Görmek mi? Yoksa Şirin olmak mı?

                "Eğer uslu bir çocuk olursan sende şirinleri görebilirsin". Böyle diyordu Peyo'nun yarattığı,  uzun yıllar ABD'de yasaklı kalan Şirinler çizgi filminin dış sesinde. Şöyle bir kafamızı kaldırdığımız da yahut yüreğimize dokunan şeylerin sahiplerine baktığımızda, bize söylenen uslu durmak telkininin aksine sistemin usluluk (ben usluluk yazıyorum siz biat anlayın) dayatmasına ses çıkaran, cesur ve bir o kadar iyi kalpli insanları görmemek işten bile değil. En güzel örnek benim için Kazım Koyuncu. "Birbirimizi anlamamız için aynı dili konuşmamıza gerek yok. Ezildikten hepimiz aynı şarabız" diyecek kadar evrensel bir insan tanımıyla herkesi kucaklayan ve bir o kadar sisteme karşı ses çıkaran Kazım Koyuncu. Birebir tanımasam da ölüm haberini aldığımda yıkıldığım ve bir köşede sessizce ağladığım bir Kazım Koyuncu. Ve o, yok edici lağım sistemin silahlarından, nükleerin etkisiyle artan kanser vakalarına kurban verdiğimiz milyonlardan birisi... 

                Dün, 24 Haziran 2001 tarihinde yaşadığım o acı hisleri bir kez daha yaşadım, kitaplığımın önünde -yine ölümüyle yıkıma uğradığım- Küçük İskender'i okurken aldığım İlhan İrem'in vefat haberi ile. O da gök kubbede yerini almıştı beklemediğimiz bir anda. Romantik ve aşk dolu şarkıları, yediden yetmişe sınıf, ırk dil kültür vs. ayırmadan herkesin şarkılarına ezbere eşlik ettiği güzel insan, kendine münhasır İlhan İrem işte. Kalakaldım öylece koltuğumda. Yine bir vicdanı ve aşkı dava belirlemiş güzel insan, en çok ihtiyacımız olduğu zamanda, yarınlarımızın bize yazık edildiği zamanlarda ayrıldı aramızdan. Bu dünyaya çok değerli eserler haricinde bir dünya görüşü, bir duruş bir renk bıraktı. 

                Yaptığı iktidar ve sistem eleştirileri ile birlikte hiç bozmadığı çizgisi, ekoloji mücadelesindeki duruşu, Atatürk sevgisi ve ilkelerini sahiplenişi, aydınlık günlere olan özlemi, üretkenliği ve yarınlara yazık olmaması için verdiği uğraşı hep hatırımızda kalacak. 

                İnsanın neşesini, umudunu, güzelliğini yok edecekleri ve aydınlık saçan tüm değerleri, bilimi felsefeyi, sanatı bir bir ortadan kaldıracakları ve halkı Ortadoğu bataklığına sürükleyecekleri gün gibi ortada iken biz iktidarın -uslu bir çocuk olun- telkinlerine kendi çapımızda ne kadar uymasakta yeterli değilmiş demek ki. Her geçen gün daha kötüye gidiyorsa durum, gerektiği gibi gür çıkaramamışız demek ki sesimizi... Şimdi ise daha bir anlamlı geliyor ve daha bir yüksek sesle, içimizi yakan pişmanlıkla söylüyoruz değil mi " yazık oldu yarınlaraaaa" diye... Ben üstüme düşeni yaptım yanılgısına ve rehavetine düşmeyin asla. Yoksa bir bir yitirdiklerimiz, vebal uğruna toprağa verdiklerimizin anısına ihanet etmiş sayılmaz mıyız?

                İktidarın uslu çocuğu olmayı reddedenler bir bir aramızdan ayrılırken biz ne yapıyoruz peki? Şapkamızı bir türlü kafamızdan çıkarıp önümüze koyamıyoruz değil mi? Ne geçmişten ders, ne de yitirdiklerimizi örnek alıyoruz. Uslu uslu kapalı kapılarımızın ardında hayalini kurduğumuz şirinler köyünün sihirli değnekle hop diye gerçekleşeceğini sanarak bekliyoruz öylece... Oysa Gargamel bir bir ortadan kaldırıyor bilge şirinleri, mühendis şirinleri, çalışkan şirinleri, şakacı şirinleri. Hele şirineyi  kadın cinayetlerini normalleştirerek sindirmiyor mu? 

                Şirin baba ve şirinlerin işin içinden çıkamadıkları sıkıntılarda zaman zaman başvurdukları büyü cesaretin ve bilginin ta kendisi olmasın sakın? Acaba biz uslu olmaktan çıkıp gargamellere ve azmanlarına artık haykırmalı mıyız aydınlığa özlemimizi ve ihtiyacımızı? Ya da artık seyirci kimliğimizden çıkmalı  kendi küçük mantar evlerimizi hazırlamalı mıyız? 

                Biz kim miyiz? Yarınları karanlık adamlarca yazık edilen ve susturulan Smurf'larız... 

                SMURF= "Socialist men under red flag" yani Kızıl bayrak altında yaşayan küçük adamlar... 

                Işığınız yoldaşınız olsun sevgili İlhan İrem ve diğer şirinler... 

                Uyanırsak aydınlığı getireceğiz söz... 


28 Temmuz 2022 Perşembe

Filhakika

 

Şimdi ben seni sevmesem,

Bir şey eksik kalırdı mutlaka, bundan eminim

Çiçeklere ve sokağa daha az anlamlı bakar, dalgaları daha az duyar, güneşin kızıllığından umut doğurmazdım mesela

Kedileri daha az sever, çimenlere uzanmaz, durgun suda taş sektirmezdim

Ben seni sevmesem

Ne işçi servislerinde yorgun yüzlere dörtlükler yazmak geçerdi içimden,

Ne sıcak ekmeğin kokusu cezbederdi beni

Ben seni sevmesem, güne yarım başlar çeyrek bitirirdim

Boğazımda yumru olur takılır kalırdı şekersiz çay, susamı avuçlarımda silkelen simit

Ben seni sevmesem ne çok şey olurdu küçük köhne dünyamda

Fizik kanunları daha ağır işler, kimyası bozulurdu yüreğimin

Kapılarımdan ibaret kalırdı coğrafi sınırlarım

Tarihim dünden ibaret

Zor gelirdi yemek içmek yürümek raftan bir kitabın sayfalarını çevirmek

Her şeyi seninle öğrenmiş ve seninle sevmişim gibi

Kendi dışıma ve hayatın içine içine büyümeyi bile seninle öğrenmişim gibi

Ben sevmesem cüce kalırdı benliğim senliğe karışmasaydı eğer

Sanaymış benden yana bütün şiirler, yorulmalar, dinlenmeler, gezmeler, işe gitmeler

Giyinmeler, soyunmalar, öfkeler, hüzünler, özlemler

Sanaymış bütün doğumlar ölümler artık bilirim

Ben seni sevmesem ömrümde ne çok şey değişirmiş meğer

Filhakika, hep gecede kalırmış zaman sen de beni sevmeseymişsen eğer.


28.07.2022

13 Temmuz 2022 Çarşamba

Osnabrück'te Bir Kadın

Sokağa açılan tüm kapıları kapatın

Hatta güneşe açılan pencereleri de

Üstümde yorgun bir ihtiyar alınganlığı var

Kırdıysam özür dilerim her birinizden ayrı ayrı

Unutun lütfen ettiğim küfürleri de

Arıtın tüm külliyatınızı ve fikriyatınızı benden 

Bilhassa kan çanağı gözlerimden

Üstüme yeni yetme şairlerin şiirlerini atın

Bir tek onlar iyi geliyor bana

Söndürülmesi imkansız tüm yangınlar bende başlıyor

Kıvılcımlar sizden

Kim söylüyorsa delirdiğimi 

Üstüne üstlük aynalarda kendimle seviştiğimi

Yalan söylüyordur ama siz yine de inanın

Alışkınsınız sizinle ilgili olmayan yalanlara inanmaya

Şiirlerinde hep kırlangıçları yazıyor diyenlere de aldırış etmeyin

Onlar kaç bahardır uğramıyorlar bana

Müzeleri geziyor bulutlu bir yaz günü

Osnabrück'te bir kadın sakin ve sessizce

Barışın kentinde olmanın hayranlığını taşıyarak

Müzeler ve sanat galerileri yalan söylemez

Çok zaman sessiz kalsalar da sokaklar keza öyle

Ne anlatıyorsa size, asıl siz ona inanın

Modern çağ bana göre değil ben sizi aldatırım

Ateşkesi imkansız tüm savaşlar bende başlıyor

Arşidüklere suikastler ise sizden

Osnabrück'te bir kadın ne anlatıyorsa size 

Rica ediyorum siz ona inanın

Öldü diye müttefikim kuşlar

Lütfen beni de ölmüş sayın


Temmuz 2022 Bartın




11 Temmuz 2022 Pazartesi

Ademin Derdini Dert Eyledim (Türkü)

küs-mek ne-dir bil-mez i-dim (8)

dağ-lar ba-na kü-ser ol-du (8)

yo gir-me-ye  ni-yet et-tim (9)

yol da yol-cu da kü-ser ol-du (9)


mu-rad ey-le-dim i-çim-den (8)

ne yar bil-di ne ya-ra-dan (8)

me-şak-ka-te gir-dim de-rin-den (9)

ne can bil-di hey ne-de ca-nan (9)


bir cu-ram var-dı bir hır-kam (8)

a-dem der-di-ni dert et-tim (8)

ba-şa kal-dı on-ca yük-le gam (9)

hak-ka git-me-ye ni-yet et-tim (9)




8 Temmuz 2022 Cuma

En Çok Şairler Ölüyor

Bu hayatın kahrını en çok şiir çekiyor

Onun ardından şarkı çekiyor notalar eşliğinde

Ve sonra boy boy resimler

Kan kırmızı, çimen yeşili, gök mavisi, güneş sarısı resimler

En çok şairler ölüyor ince hastalıktan, siz bilmeden

Öylece gözünüzün önünde ölüyor şairler

Senin yırtık ayakkabını, sökük ceketini

Kuru ekmeğini, çürümüş meyveni

Sırtındaki semeri, elindeki nasırı sırtında taşıyarak 

Kavganın yalnızlığını omuzlanarak ölüyor şairler

Bazen dışlanarak meclisten, 

Bazen insan eliyle yanarak

Ekmek kavgasında debelenirken sen 

Şair senin kavganı haykırırken son nefesinde

Hiç merak bile etmeyeceksin aşk bu ölümün neresinde


Pişmanlık

Çoğalmıyormuş hiçbir şey sevmedikçe

çok geç anladım bunu

Üsküdar motorunun güvertesinde

Simit ufaladım kuşlara

Kuşlar bana baktı ben kuşlara

Bak ölüyormuş her şey gülmedikçe

Saymadım kaç adım geldim size

Ve siz kaç adım kaçtınız benden

Ölürsem yas tutmayın demeyeceğim

Bilirim tutmazsınız zaten

Onu hatırlayan son kişi öldüğünde ölürmüş insan

hamuru sevmekle yoğurulmuş bir adem 

Düşünmeden yaprağın ne hissettiğini nasıl kırabilir bir dalı 

Hiç anlayamadım bu da çok enteresan


Ölürsem kurun dost meclisini

Şiirlerimi okuyun bir ağaç gölgesinde

Şarap için, ant için sevmeye ve gülmeye


Sulamazsan çiçek vermiyor aksine kuruyormuş dal

Yeşermiyormuş bodur kalıyormuş umut 

İnsan hiç pişman olmuyormuş ölmedikçe



4 Temmuz 2022 Pazartesi

Ben Bu Ölümden Muafım


Bak şu karanlık kente, görüyor musun?

Herkes bir sevişme cinayetinde çığlık çığlığa

Benimse önümde iki kablo var, biri doğum kırmızı biri ölüm gibi siyah

Yüzümün derin çizgilerinde, 

İçimden geçerken ektiğin kan çiçeklerinin kurumuş tortusu

Avuçlarımda seni görememezlikten sebep, bıçak yarası gibi keskin bir ah

Sen beyaz sarı ahenginde yemyeşil dallı bir papatya

Sanıyorum ki herkes böyle bilecek böyle anacak

Bense papatyaya konmuş, acemi beneksiz bir uğur böceği

Cesedimi, kaldırımlardan emekli çöpçüler kazıyacak

İçimde patlayacak el yapımı kıpır kıpır güleç yüzlü intiharlar

İki kablo var önümde biri ihanet kırmızı, pişmanlık siyahı biri 

Hangi kabloyu kesersem keseyim, ikimizden biri eksilecek

Eksilecek birimizin içinden diğeri

 Her eksilmede, dilimde kıpkızıl bir süryani şarabı 

Bir de sesinin sesime uladığı sarhoş peltekliği dolaşacak

Yüzüm yeni tıraş olmuşluğun gerginliğinde

Bir kesik atsam ortalık kan gölü olacak


Ben seni nasıl severim sormuşsun, 

Söyleyeyim o vakit, sarhoşum nasılsa hiç mahzuru yok

Bunu ben bir tasvir sayarım

Sen otobüs durağına boşalmış bir sarhoşun zehirli kusmuğu say

Başka çocukları severken babasına sarılan kız çocuğu kıskançlığı biraz

Ölmesin diye bir kelebeği kozasına sokma gayreti de denilebilir

Ve kendi soğumuş cesedini yaşatma ümidiyle en çok


Hangi tabirle seversem seveyim seni

Faili meçhul, kim sevdiye gidiyor yüreğim çaresi yok

Bırakmazlar bu cinayetin ipuçlarını öylece sokakta

Yakmışlardır böcek cesetleriyle çoktan 

Yakmaları da gerek zaten

Yoksa buz tutacak şehir, nefretin soğukluğundan

 

İki kablo var önümde biri şehvet kırmızı, açlık siyahı biri 

Hangi kabloyu kesersem keseyim

Nafile bütün zırhlar, kabuklar, korunaklar

Elbet eksilecek birimizin içinden diğeri


Biz şimdi seninle, şehrin tam ortasında konuşlanmış

Sarp bir vadinin iki dik yakasıyız

Bu tepemizde eksilmeyen kara bulutlardan

Bilhassa ıslah edilmemiş özlem yatağından aşikar

Birleşmemiz de elzem ama bir o kadar imkânsız

Bir imkansızlığın tezahürüdür yıkılmış kemerli köprüler

Şu saatten sonra su içsem zehir, ilaç içsem faydasız…

 

Ah Gaia, bu sevişmelerin bilançosu çok yüksek

Anladım ki, ben bu kanlı sevişmelerden muafım

Kızgın bir kirpiyi okşamaya benziyor şimdi bu vadiden geçmek

Sen sırtını bana dön, ben sırtımı sana

Seni bilmem ama bu kavgada ben Mikail'den tarafım

Keşke olmayacak şu meczup duasına âmin demesek


Ben seni ne zaman severim diye de sormuşsun söyleyeyim

Kolu bacağı yara bere, kafası gözü kırık

Pansuman bekleyen bir yaralıyım nasılsa,  hiç mahzuru yok

Bunu ben apaçık neşretmek sayarım

Sen bir meczubun sonradan görme aşk müsrifliği say

Ben seni en çok sabah körü severim

Çünkü istisnasız her sabah sen sanıyorum 

Betonların arasından sezaryen doğan güneşin kızıllığını

Buna hiç şüphe yok, diğer zamanlarda da seviyorum

Ama en çok sabah körü, en çok


Hani birimiz mahmur diğerimiz ondan daha mahmur

Üstümüzde yıkanmamış, geceden kalan o hayvani saflığımız

Yatağımızdaki ter, yere düşmüş solgun pike,

Kucağımıza atlayan çirkin tekir, şiirler darmadağın her yerde

Bitmez bizim bu tören havasında sevişmeye açlığımız


Yalan değil gözünün çapağını ayrı severim,

Bacağından kalçana sıyrılmış geceliği ayrı

Ojesi bozulmuş tırnağını ayrı, duruşunu oturuşunu apayrı

Sen öldürmenin hazzını almış bir katil gibisindir artık nezdimde

Olay mahalline dönmüş, tedirgin bir zanlı

Bense ölmenin lezzetini tatmış bir maktül

Seni annenin kızlık soyadı gibi bilirim 

Çünkü seni çığlık çığlığa kalbimden doğurdum ben

Papatyalardan taç yapmak benim için sıradan bir teamül


Lafı gelmişken bir daha söyleyeyim

Ben ki seni en çok sabah körü severim, diğer zamanlar stabil

Hiçbir kuşu öldürmedim şimdiye kadar

Konu hiç sandığın gibi değil


Gün doğacak diye değil ifşa olacak diyedir bu şehrin karanlık çığlığı

Ne zaman sokakta bir çocuk sevsem

Tokat gibi suratıma çarpar yoksulluğun bu dikiş tutmaz çıplaklığı

Karanlıkta biliyor herkes gibi

Ne büyük bir matahtır bu oysa

Gündüzleri susulur ve koca koca güneş gözlükleri ile kuşanılır körlük

Geceleri ise uyunur utanmazca

İpek çarşafların serinliğinde anadan üryan

Ki utanmazlık çıplaklıktan değil uyumaktandır umarsızca

Mesela benim, gündüzleri tükeniyor bir kiraz ağacına sarılma umudum

Kuruyorlar suskunluktan, her yoksul ölümde kuruyacaklar biraz daha

 

Güneşte biliyor herkes gibi, bu yaşananlar hiç sıradan değil

Bastırır çığlıkları, katile yardım ve yataklık yapan bu karanlık

Geceleri kör bir aydınlıkta işlenir en çok suçlar

Bende biliyorum ama bunları bilmek çözüm değil

En çok kanla sulanır bu kötülük coğrafyasında ağaçlar

 

Ben seni nerede severim sormuşsun hadi onu da söyleyeyim.

Kırklanmamış mundar bir cesedim nasılsa, mahzuru yok

Sen benden kendine gitmek istiyordun, 

                    yolun benim kanayan damarlarımla kesişiyordu

Ben senden kendime gelmek istiyordum,     

                    gözlerin bana hep yanlış biletler kesiyordu

Ben seni Tarlabaşı'nda çöpe atılmış bir karyolanın paslı gıcırtısında da severim

Katmandu’da bir tapınağın önünde yağmura ana avrat söverken de

Bak tebeşirle etrafımı çiziyor beyaz tulum giymiş bir polis, 

Coğrafyanın hiç önemi yok son tahlilde

 

Bir böcek kadar kıymeti olmasa da artık, iki kablo var önümde

Biri kavuşulması imkansız özlem kırmızı, diğeri mecburi bir vazgeçiş gibi simsiyah

Hangi kabloyu kesersem keseyim eksilecek içimizden biri

Faili meçhul bir ceset ayaklanacak bu karanlık şehirde

Eksildikçe birimizin içinden diğeri


 

 

 

O Zaman

Yorganımın ayaklarıma denk düşmediği zaman Açlığın uykuya döndüğü Utancın hin gülüşlerin mengenesinde öldüğü zaman Kitaplığın önündeki solgu...