17 Ekim 2022 Pazartesi

Sebebin Hesabı Sonucun Bedeli

        Akşam yemeğimizi yemiş, üstüne misafirlerimiz ile kahve eşliğinde ana teması vazgeçilmez gündemimiz olan zamlar, hayat pahalılığı üzerine sohbet ediyorduk. Tam olarak sohbet denilmez elbette. Bir şekilde dert yanıyorduk birbirimize. Derdimizin muhatabımız yoktu çünkü. Çünkü muhataplarımız bizim ya deli ya da hain olduğumuzu düşünüyor olmalıydı ki ekonominin sürekli iyi olduğundan, dem vuruyordu meydanları ve medyanın tüm zamanını işgal ederek... 

        Böyle bol serzenişli bir muhabbetin ortasında,  göğsümüzün tam ortasına fil gibi oturan, ciğerimizi yakan, bizi hareketsiz bırakan bir acı haberle düştü suratlarımız. Ve dilimden dökülen ilk cümle "yine mi ?" oldu. Yine mi arkadaş!!! Yine mi patladı grizu, çöktü maden ocağı? Yine mi önce tekli rakamlarla başlayıp sonra çift belki de 3 haneli rakamlarla ifade edilecek canlarımız yitip gitti? 

        Babam yaklaşık 30 yıl çalıştı maden ocaklarında. Kah Amasra'da kah Zonguldak'ta kah emekli olduktan sonra Çankırı'da. Biz alışkınız her sabah helalleşerek babamızı işe göndermeye. Alışkınız eşimizin, dostumuzun göçükte kaldığını duymaya... Ki hala babamın kaburga kemiklerinde vardır bir göçüğün izi. Benim de gözlerimin önünden ve kulaklarımdan gitmez Çankırı da birlikte çalıştığımız dönemde 

        Yani alışkınız derken kulaklar alışkın, dudaklar alışkın. Ama yürek alışmıyor hiç. Çünkü o göçükte kalan aslında geride kalanlar oluyor hep. Çocuklar oluyor, analar oluyor, eşler oluyor, metin olmaya dik durmaya çalışan, madenden bir şekilde emekli olabilmiş babalar oluyor. Acıya alışılır mıymış hiç? Sabahında birlikte kahvaltı yaptığın kardeşin, aynı yatağı paylaştığın eşin, seni sımsıkı sarıp koklayıp giden babanın yokluğuna alışılır mıymış hiç? Nitekim ateş düştüğü yakıyor ve o yangının izi hep kalıyor. O ize baktıkça yangın harlanıyor yeniden... 

        14 Ekim 2022 tıpkı diğerleri gibi, tıpkı kendi gibi kapkara yazıldı tarih sayfalarına. Bilmem kaçıncı maden faciası!!! sıfatıyla. Bu kez kırk bir canımızı yitirmiştik. Kimi bekar, kimse yeni evli, kimi yeni doğacak çocuğunu bekliyor, kimi çocuğunu öpmeden çıkmış evinden. Hepsi daha gencecik. 

        Geride kalan çığlıklar, gözyaşları (timsahların ki dahil) ve gövde gösterileri (çimenleri ezen fillerin) kaldı. E bittabi vatan millet naraları, şehitlik nutukları, bolca dini ritüeller ve dualar... 

        Şimdi sıra geride kalan ailelerin acılarını dramatize ederek reyting devşirmeye yahut çeşitli yardım kampanyaları ile duyguları suistimal etmeye geldi. 

        Elbette hep birlikte el ele acıları paylaşalım, geride kalanlara omuz olalım, dualar okuyalım, yardımlaşalım, birlik olduğumuzu gösterelim... 

        Peki ya nedenlerini sorgulamayı, sebep olanlara hesap sormayı, sicilinde maden kazası olanları terfi ettirenlere dur bir dakika demeyi, ortalıkta dolaşan uyarı raporlarını, işçi beyanlarını, daha önceki kazaları hiçe sayanlara hesap verin demeyi, dünyada üretilen kömür başına ölen madenci sayısı niye en çok bizde, niye başka ülkelerde madenciler ölmüyor da bizde ölüyor diye sormayı kim yapacak? 

         Bugün yargının adli bir olayda bile kamuoyu baskısı olmadan sessiz kaldığını düşünürsek, böylesine ihmaller ve umursamazlıklar silsilesinin kaçınılmaz neticesi olan bir katliama "kader" deyip geçelim, geride kalan ailelerin 3 gün sırtını sıvazlayıp unutalım ve önümüzdeki yaşanacak muhtemel kazaların!!! acılarına yüreğimizde daha çok yer açalım...

          Muhalefet dün sessiz kalıp oylamaya eksik katılım sağlayarak meclisten geçmesine vesile olduğu sansür yasasına bugün hayır olmaz geri çekin diye bağırmakla meşgul. Çünkü o yasa gündeme geldiğinde türban gibi büyük bir problemle uğraşıyorlardı.  Zira kendilerinin yayınladıkları Sayıştay raporlarına aynı gün "dezenformasyon" diyerek itiraz edildi -başında Kozlu da 8 madencinin öldüğü olay sonrası para cezası alıp terfi ettirilen kişinin olduğu- kurum tarafından. 

          Küçük bir anıyla bitireyim.

         Yıllar önce çalıştığım firmada genel yönetim toplantısında üretim müdürü patrona "efendim zemin sürekli ıslak olduğu için işçilerin ayakları ıslak hasta oluyorlar, yeni 100 çift su geçirmez ayakkabı almamız lazım" dediğinde patronumuz " suyu kesin o zaman hasta olmasınlar. Her altı ayda bir ayakkabı maliyeti mi daha fazla, suyun kesilmesinin maliyeti mi daha fazla? Sebepleri önleyin sorunu değil" demişti. 

        Ne zaman ki kötü olayların sebeplerini ortadan kaldırırız o zaman huzura ereriz. Bunun da ancak liyakatla, bilimle, teknolojiyle, kanun ve yasalarla olması gerektiğini hepimiz biliyoruz. 

        Hala bu faciaları yaşıyorsak bir yerlerde bunlar eksik demektir... Haliyle sebepler ve failler gün gibi ortada demektir... 

        Acılar yaşandığında gösterdiğimiz dayanışmayı ve birliği, yaşatanların karşısında da göstereceğimiz günlere ereceğimiz umuduyla... 


17.10.2022


        


        

        


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

O Zaman

Yorganımın ayaklarıma denk düşmediği zaman Açlığın uykuya döndüğü Utancın hin gülüşlerin mengenesinde öldüğü zaman Kitaplığın önündeki solgu...