Bize değen zamanın içinden başka türlü geçtim ben.
Karararak geçtim…
Kömür karası gibi, ufuktan geçen geminin kalafatlarına sürülmüş zift gibi.
Bir katilin kararmış kan karası elleriydi ellerim, limanda martı besleyen…
Yırtığım, söküğüm, alın terim, o taptığım sözcüklerim vardı bir de sana gelirken.
Hepsi beyazdı. Bende beyazdım.
Zaman bize değmemişti…
Değişmemişti hiçbir şey ya da görmemiştik biz içinden akıp giderken.
Aynıydık aslında. İlk dokunuşlarımız, ilk yaralarımız, bitirdiklerimiz, yitirdiklerimiz aynı hep…
Yırtıklarımız, söküklerimiz, kırılan yerlerimiz bile aynıydı…
Aynı değiliz ikimizde şimdi…
Senin kesiklerin daha çok şimdi, benim sabıkalarım…
En uzun Eylül’ü bu ömrümüzün…
Oysa ben severdim onu. Eylül'ü yani...
Güzel olan iyi olan beyaz olan her şey için direnmeyi hatırlatırdı bana. Sokağa atardım kendimi, yollara, yaralı kalabalıklara…
Merhem alır merhem verirdik omuz omuza…
bilirdik yalnızlık ölümdür.
Ve zalimin zulmü korkutmazdı bizi yalnızlık kadar… Yırtığımı, söküğümü ve sözcüklerimi taşırken bohçamda sana gelirken, zaaflarımda gelmiş, hatalarım da…
Sevgisizlik yoktu ama emindim.
Aksine sevgi doluydu yüreğim tıka basa…
Ve geceler aldım senden, nilüfer çiçeklerini, o menekşe kalbini aldım her Eylül’de az az…
Kese kese, kanata kanata aldım. Kopara kopara…
Farketmeden zaaflarımı, ve görmezden gelip hatalarımı tükettim seni…
İçime çöktü sevgim kurşun gibi…
Ve karardım zaman bana bir başka değdikçe…
O ufuktaki gemi batıyor şimdi gözlerimin önünde.
Gemiler batıyor, ellerim daha çok kararıyor, sen tüm yaralanmışlığınla gitmeyi diliyorsun…
Sözcüklerim…
O taptığım sözcüklerim sırt dönüyor bana.
Sandım ki kurtarır, derman olur, merhem olur sandım taptığım sözcüklerim…
Şimdi kendi içimde ölüyorum.
İçime ölüyorum…
Kapkara ve bin pişman.
Ve bu en uzun Eylül’ünde ömrümüzün, kendi zulmümden kendi yalnız ölümüme açılıyor tek bir kapı…
Ve bu en uzun Eylül’ünde ömrümüzün karanlık hücremin penceresini aralamaya ve direnmeye bile yüzüm yok…
Susarak öldürüyorum kendimi, daha önce seni senin içinde öldürdüğüm gibi…
Affetme beni… yanayım… acıyayım… kanayayım… lime lime olayım… küllere dönüşeyim…
Bir gün…
Belki bu Eylül’de birgün pişmanlığımın ve vicdanımın küllerinden güneşe savrulurum.
Sana uçuşurum…
Saçlarına değerim, ellerine düşerim…
Belki bu Eylül bir yağmur damlasında gözüne akarım…
Gidersen başka bir zamana, başka bir yere…
Gelemem. Suya rüzgara karışır… ölürüm… ölümse cezam öldür…
Öldürdüğümün ellerinden olsun…
değilse şayet;
En uzun Eylülünde bu ömrümüzün, bir akşamüstü yağmurunda, sen bütün kanamışlığın ve ben bütün küllerimle karışalım toprağa.
Göğe karışalım…
Ve o gemiye el sallayalım yeniden…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder