10 Mart 2017 Cuma

Ben Bir Menevşe Sevdim

Koltuğunun altında cumhuriyet gazetesi sıkıştırmış, sinek kaydı tıraşlı, mahcup bakışlı adam kör ediyor Beyazıt meydanını heyecanıyla. Kimseler görmesin al al kızarmış yüzünü, içindeki çocuksu arzuları kimseler görmesin… 2007 nin Ekiminde yanıyor kıvılcım ve işaretleniyor takvim gelecek yıllara her ekimde yeniden itinayla… 

Eski ama temiz kıyafetleri ile üstünde birkaç beden büyük duruyor entelektüel tarz. Başkası olmaya çalışan, sanki gitar kursuna gidip gitarı 5 liralık kılıfıyla ama bin bir edayla taşıyan yeniyetme ergen gibi… 


Aydınlık bir günün içinde taze demlenmiş bir çay içiliyor Sarayburnu sırtlarında… İstanbul bir başka güzel, bir başka şehir, bir başka aşk diye içinden geçiriyor adam… Kadına bakamıyor öyle sık sık. Sadece konuşuyorlar heyecanla ses titreyerek, tanımaya çalışarak, pot kırmaya korkarak, kendi olmaya uğraşarak… 


Ümit mi o yeniden filizleniyor kılıçtan geçirilmiş yüreklerde…



Dünyanın en kısa konserine gidiliyor birlikte, dünyanın en başarısız eşi dostu toplama girişiminin ardından… Kim bilir kaç buluşmaya, kaç acıya, kaç hikayeye, kaç kavgaya, aşka ve kim bilir hayal bile edilemeyecek rastlantıların yaşandığı bir sokak başında çocuksu heyecanla –cebindeki kıt parayla kız gelmeden ucuza karnını doyurma telaşı içinde- buluşup, yan yana yürüyerek… 


Vedat Sakman ki hüznün ozanı, bilemezdi o iki kısa şarkının hangi kapıların anahtarı olduğunu… Dinletinin ardından içilen iki bira ve derin sohbetle aralanıyor kapı… Usulca… Bir bebeğin doğum heyecanı gibi belki...



İlk sevişme, ilk korkular, ilk yanlış mı yaptım sorgusalları… Sevme arzusu ve çocuksu heyecanın masumiyeti dağıtıyor işte o varoşun içindeki küçük evde ki korku bulutlarını… Tereddütleri… 


Sevmek başlıyor gün geçtikçe… Gün geçmeden sevme arzusuyla büyüyerek sevmek…  Baharı karşılar gibi, cemreleri bir bir göğe, toprağa, suya düşürür gibi… Şiir yazar gibi, şiir okur gibi, yılkı atları gibi koşarak sevmek başlıyor


Geçmiş yaşanmışlıkların toz bulutunu dağıtmaya çalışırken yürekte, dumanların arasından görünen bir ışık bir nefes gibiydi tüm bu zamanlarda yaşanan her şey… 



Her geçen güne daha güzel, daha özel zamanlar, daha naif sürprizler, güzel sözler, cümleler, hediyeler, gönül almalar, gönül vermeler, neşeler, hüzünler eklemlendi… Yaşanmışlıklar arttıkça büyüdü sevgi, aşka büründü heyecan… Yaşamın merkezine dönüşüyordu kadın ve adam, birbirilerinin dünyasında usul usul… 


Ve yazılır ilk şiir… 


Esenlerde bir işçi sabahı aşkın alın terinden damıtılıp… 


Yazılır ilk şiir, geçmişin tüm yıkıntılarını süpürüp yepyeni bir hayatın inşasına başlamanın heyecanını taşıyıp… 


Yazılır ilk şiir yüreğinden yırtılırcasına sökün edip gelen kelimeleri demet demet kucaklayıp… 



uyanış 

gizlenmeyi seçmiş bu sabah güneş

yok gökyüzünde ondan bir iz
insanların yüzlerinde ışık
gülümseyebilmeye
duyumsayabilmeye dair

kuş sesleri yorgun saçak altlarında

 daha çok yeni çok küçük
yolu yordamı bile çizilmemiş
çok yeni ve kırılgan bir sevda
tırnakları aşınmamış
eti kemirilmemiş
kutsal ekmek koşuşturmacaları
yorgun küfür sesleri arasında

 yanılıyorsam uyar

savrulurken bedenimiz
bulut sandığımız taşların üstüne
ve uzaklaşırken martı seslerinden
dala tutunmak değil bu
ya da umutsuz bir arayış

 sevgili

yanılıyorsam uyar
adını gizlediğim o eski kente
zamansız bir kaçış değil bu
ya da   -aptal yerine koyup-
 inanmadığım tanrıya yakarış
 olsa olsa bunun adı
avuçlarında un ufak küçültüp evreni
asırlık ve kırışık bir uykudan uyanış
 mahrem
 mahmur
 mahsus

3110 2007 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

O Zaman

Yorganımın ayaklarıma denk düşmediği zaman Açlığın uykuya döndüğü Utancın hin gülüşlerin mengenesinde öldüğü zaman Kitaplığın önündeki solgu...