1 Mart 2017 Çarşamba

Uzak

“Uzak dur benden…”

Asırlar ötesi kadar, kıtalar kadar. Yanı başında nefesim nefesine değecek kadar uzak… Menekşenin kokusu, kelebeğin ömrü, suyun rengi kadar uzak…

Ruhum(n)a kocaman bir dağ düşürdüm ben.  Her gün oya oya altını. Sallantısını, cürufunu, küf kokusunu görmezden duymazdan gelerek kazdım gözlerim bağlı, kulaklarım sağır, dillerim yılan…

Köklenmiş bir ağacın dibini eşe eşe…

Küçük bir Çınar fidanının gölgesinden cesaret alarak kazdım her gün o fidanın köklerinin bile kuruyacağını düşünmeden…

Ben bilirim sandım. Okudukça, ben’e gömüldükçe, perde çektikçe gözlerime kendimi avuturum sandım. 

Görmediğim yoktur sandım… Tanrı’yı sandığım gibi…

İçimde yaşadıklarımdan, benim söylediklerimden, benim yaptıklarımdan ibaret sandım o kökleri. Benim sanarak kendime kazma, kesme, yıkma, vurma hakkı verdim.

Nasrettin Hoca’nın kendi bindiği dalı kesmesi kadar basitti aslında gerçek. Birinin kolunu keserken, diğerinin bacağını kırmak ve yerde yeni filizlenmiş bir Çınar fidanını dahi kocaman asırlık bir çınarmış yanılgısına düşmekti yaptığım.

Oysa o çınar yokken, yıllar öncesinde nasıl heyecanla, aşkla, umutla, özveriyle, emekle dikmiş ve büyütmüştük o ağacı… Kocaman yapmıştık o balta darbesine rağmen…

Yerde toprağın içindeki solucanın bile varlığını sorgulayıp mantıkla açıklamaya çalışan ben, yitirdim şimdi ders alma erdemini. Nedenini, nasılını sorgulayamıyorum artık…

Hayatı ince tespitler yapmaktan, olaylara sebep sonuç ilişki getirmekten, kendi benliğine yaklaşıp öz benliğini bulmaktan ibaret sandım… 
Sosyal olmanın kendi çatımın dışında var olmak sandım. 
Saygının özverinin emeğin sadece sistemin içinde birer nesne olarak süregeldiğini ve mücadelenin sadece politik olarak sürdürülmesi gerektiğini sandım… 
Bunları sanırken yaptığım her şeyin, ama her şeyin doğru olduğunu düşünerek sandım…  

Tüm yanlışlarımın içsel ve dışsal etkilerini hesaplamak gerektiğini, bir ağacı yaşatıp büyütmenin onu dikmekten daha zor olduğunu göremedim… 

Her şeyin bir açıklamasını olduğunu bilirken, bu açıklamaların hayatımın köklerini nasıl bir acıya, nasıl bir yıkıma götürdüğünü bilemedim. Her şeyi bilirken hiçbir şeyi görememişim…

Her şeyi normalleştirirken, kendi hatalarımı yoldan çıkmalarımı, doğruyu reddedişlerimi, körlüğümü, kırıcılığımı da normalleştirmişim. Acıyı, yıkımı, kanamaları, yok oluşları, yakınken uzak olmayı da normalleştirmişim…

O ağaca balta vurduğum her gün her an ve her olayda, senin umutlarına da vurdum o baltayı. İçindeki sevmek, saymak, birlikte yaşamak direncine de vurdum o baltayı…

Biliyorum anlamsız şuan ne yazsam. Güzel karmaşık renkli cümlelerin arkasına sığınmam. Sana naif hitaplarım, uyurken gizli gizli öpmelerim dokunmalarım, eve gelişlerim, gidişlerim, bakışlarım. Varlığım hatta…

Susmak şimdi yaptığımız. En doğrusu ve yapılabilecek tek şey.  Zamana bırakmak.
Ölüme…

Gözlerimizin önünde benim kör gözlerimle vurduğum ve kan kaybını görmediğim bir ağacın ölümünü izlemek şuan yaptığım(ız)…

Şimdi görüyorum.  Öyle net görüyorum ki… Can çekişiyor kıvrana kıvrana. Vereme tutulmuş bir köpek gibi çaresizce… Kıvranıyor işte gözlerimizin önünde. Ben tekmeledim onu. Sarıp sarmalamak varken, ellerimle ağzına su vermek varken, okşamak öpmek, yedirmek varken tekmeledim. 

Öl dedim.

Öl!!!...

Öl ki acıt canımı… Kanat beni, ben seni nasıl kanattıysam… Seni nasıl kırdıysam, kıvrandırdıysam, yaşama umutlarını gözlerinin içine bakarak yaktıysam, gözlerime mil, ruhuma vicdanıma, geçmişime kara duvarlar örüp…

Sen de beni acıt… Hatta acıtmakla kalma… Acıta acıta öldür…

Yazmayacağım artık… Ne bir durum tespiti, ne bir hikaye, ne bir süslü kelimelerle kendimi affettirme çabası…

Doğruya ve gerçeğe inandım hep. İnanılanlara, anlatılanlara, söylenenlere, işte doğru bu denilenlere itibar etmedim. Doğrunun karşısında kıldan ince boynum…

Gerçeği göremediysem, salt kendi doğrumu doğru, kendi gerçeğimi gerçek sandıysam, ve girdiysem hakkına, sevmeyi üvey evlat görüp ötelediysem kötü kadın gibi, erdemlerin en büyüğünün sevmek, saymak değil gerçek ve doğru (ve onu da bencilce kendime yonttuysam) sandıysam, ve döktüysem körlüğümden, kabalığımdan, kararmışlığımdan sebep gözünün yaşını, vicdan ve gönül divanın da  ver hükmümü, kır kalemini…

Canım acıyor kanıyorum diyemiyorum… Yüzüm yok…

Ölüyorum kandan revandayım diyemiyorum… Yüzüm Yok…

Bir kez daha hadi diyemiyorum… Yüzüm yok…

Bağışlanmayı dilemek haddim değil…

Uzaktayım şimdi…  

Kendi yıktığım o dağın, kendi kestiğim o köklü ağacın, kendi tekmelediğim o köpeğin, kendi ağlattığım o güzel gözlerinin ağırlığı altında…



Hak ettiğim yerde… 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

O Zaman

Yorganımın ayaklarıma denk düşmediği zaman Açlığın uykuya döndüğü Utancın hin gülüşlerin mengenesinde öldüğü zaman Kitaplığın önündeki solgu...