Bugün olanca ezilmişliğimle, kaç gündür düzeltmediğim yatağımda
oturdum saatlerce ayaklarımı yaşama uzatıp. Hiç dışarı çıkmadım. Dışarıda beni
o uğultulu kalabalıkların içinde korkunç bir yalnızlığın beklediğini biliyorum.
Bir şey daha biliyorum. Herkesin birbirine ölesiye söylemeye çekindiği bir şey.
Tıpkı hikayedeki çocuk gibi çıkıp “Kral çıplak” diyebilecek birini
beklediklerini, hikayeyi günümüze uyarladığımızda o çocuk gibi birinin “ ben
çok yalnızım ve bu yalnızlık beni öldürüyor” demesini beklediklerini biliyorum.
Bazen o deli cesaretini kendimde buluyorum. Tam kalabalık bir sokakta
bağıracağım sırada bir güç boğazıma diziyor. Bu belki de arkamdan beni
destekleyerek “bende senin gibi çok yalnızım” diyebilecek, kendiyle alenen
yüzleşecek birini bulamama korkusunun gücüdür. Her ne olursa olsun herkes
yapışkan bir yalnızlığın içinde can çekişiyor. Geceleri yatmadan kendileriyle
kıyasıya bir cebelleşmeye tutuşup başkalarının rüyalarına dalıyorlar. Asla
kendilerinin olmayan rüyalara.
Neden herkes bu derin yalnızlığın acısını görmezden gelip yüzeyi
pırıl pırıl parlaklığıyla insanın gözlerini kamaştıran şehevi duygularla insanı
içine çeken çıkar bataklıklarına dalıyor? Bu insani duyguların kendilerini daha
da zayıf düşüreceğinden korkuyor, kendi maddesel kurtuluşlarını bu
bataklıklarda arıyorlar.
Bunları düşündüm bugün, kaç gündür toplamadığım yatağımda
ayaklarımı yaşama uzatırken. Aklım tüm zindeliği ile bu garip yaşam insanlarını
düşünürken yüreğim ağır yaralanmışlığı ve kalabalıklığıyla seni, en azından
solgun hayalini bekledi. Yüzyıllar sürdü bu bekleyiş. Hem hayal kurmak zordur
bu insan kalbini sömüren acımtırak yaşamda.
Kırışık çarşaflar, kanamış dudaklar ve sararmış duvarlar vardı
yanı başımda. Tam anlamıyla yalnız sayılmazdım. Bilirim yalnızlığı, yine eskisi
gibi soğuktu. Ve gözlerim duvarlarım gibi çizik çizikti.
Dalmışım. Saatler sonra sigaramın külü yatağıma dökülünce ani bir
refleksle yerimden fırlayıp ürktüm. Bu ivedi ürküntü senin canını acıtıp
özgürlüğünü soyut parmaklıklar ardına tıkadığımı düşündürdü bana. Umutsuz ve
kaçak sevgiler uğruna çabucak yitip gidiveren ömürlerle birlikte. Yaşanmamış aşklar
gibi yaşanmamış yaşanamamış yılları vardı yitip giden ömürlerin.
Neler sığmazdı ki o yıllara. Önce çocukluklar. Meyve dolu bahçeleri,
çimen lekesi pantolonlarıyla. Sonra kaçamak öpücükleri ürkek bakışları ensede
patlayan tokatları ve tavan arası sigara içmeleri ile asi bir gençlik.
Artık kalkmalıyım dağınık yatağımdan. Önce düzen!!
Her şeyimi,
işimi evraklarımı dostlarımı ailemi yaptıklarımı yapacaklarımı düzenlemeliydim.
Seni bile sıraya koymalı yüreğimi kabına sıkıştırıp rafa kaldırmalıydım. Bilirsin
bu kahpe yaşam sorumsuzluk ve düzensizlik kabul etmez…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder