11 Ocak 2019 Cuma

Herkes Herşeye Rağmen Yapışkan Bir Yalnızlığın Ortasında Can Çekişiyor


Bugün olanca ezilmişliğimle, kaç gündür düzeltmediğim yatağımda oturdum saatlerce ayaklarımı yaşama uzatıp. Hiç dışarı çıkmadım. Dışarıda beni o uğultulu kalabalıkların içinde korkunç bir yalnızlığın beklediğini biliyorum. Bir şey daha biliyorum. Herkesin birbirine ölesiye söylemeye çekindiği bir şey. Tıpkı hikayedeki çocuk gibi çıkıp “Kral çıplak” diyebilecek birini beklediklerini, hikayeyi günümüze uyarladığımızda o çocuk gibi birinin “ ben çok yalnızım ve bu yalnızlık beni öldürüyor” demesini beklediklerini biliyorum. Bazen o deli cesaretini kendimde buluyorum. Tam kalabalık bir sokakta bağıracağım sırada bir güç boğazıma diziyor. Bu belki de arkamdan beni destekleyerek “bende senin gibi çok yalnızım” diyebilecek, kendiyle alenen yüzleşecek birini bulamama korkusunun gücüdür. Her ne olursa olsun herkes yapışkan bir yalnızlığın içinde can çekişiyor. Geceleri yatmadan kendileriyle kıyasıya bir cebelleşmeye tutuşup başkalarının rüyalarına dalıyorlar. Asla kendilerinin olmayan rüyalara.

Neden herkes bu derin yalnızlığın acısını görmezden gelip yüzeyi pırıl pırıl parlaklığıyla insanın gözlerini kamaştıran şehevi duygularla insanı içine çeken çıkar bataklıklarına dalıyor? Bu insani duyguların kendilerini daha da zayıf düşüreceğinden korkuyor, kendi maddesel kurtuluşlarını bu bataklıklarda arıyorlar.

Bunları düşündüm bugün, kaç gündür toplamadığım yatağımda ayaklarımı yaşama uzatırken. Aklım tüm zindeliği ile bu garip yaşam insanlarını düşünürken yüreğim ağır yaralanmışlığı ve kalabalıklığıyla seni, en azından solgun hayalini bekledi. Yüzyıllar sürdü bu bekleyiş. Hem hayal kurmak zordur bu insan kalbini sömüren acımtırak yaşamda.
Kırışık çarşaflar, kanamış dudaklar ve sararmış duvarlar vardı yanı başımda. Tam anlamıyla yalnız sayılmazdım. Bilirim yalnızlığı, yine eskisi gibi soğuktu. Ve gözlerim duvarlarım gibi çizik çizikti.

Dalmışım. Saatler sonra sigaramın külü yatağıma dökülünce ani bir refleksle yerimden fırlayıp ürktüm. Bu ivedi ürküntü senin canını acıtıp özgürlüğünü soyut parmaklıklar ardına tıkadığımı düşündürdü bana. Umutsuz ve kaçak sevgiler uğruna çabucak yitip gidiveren ömürlerle birlikte. Yaşanmamış aşklar gibi yaşanmamış yaşanamamış yılları vardı yitip giden ömürlerin.

Neler sığmazdı ki o yıllara. Önce çocukluklar. Meyve dolu bahçeleri, çimen lekesi pantolonlarıyla. Sonra kaçamak öpücükleri ürkek bakışları ensede patlayan tokatları ve tavan arası sigara içmeleri ile asi bir gençlik.

Artık kalkmalıyım dağınık yatağımdan. Önce düzen!! 

Her şeyimi, işimi evraklarımı dostlarımı ailemi yaptıklarımı yapacaklarımı düzenlemeliydim. Seni bile sıraya koymalı yüreğimi kabına sıkıştırıp rafa kaldırmalıydım. Bilirsin bu kahpe yaşam sorumsuzluk ve düzensizlik kabul etmez…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

O Zaman

Yorganımın ayaklarıma denk düşmediği zaman Açlığın uykuya döndüğü Utancın hin gülüşlerin mengenesinde öldüğü zaman Kitaplığın önündeki solgu...