Gözlerim kapıda belki gelirsin
Belki yorgunluğuma bir eski koltuk getirirsin
Üstünde yılların sararmış hatırası
Otururuz ikimiz
Benim yorgun dik başım
Senin yorgun dik omuzlarında
Kalabalıkta olmaz ya
Belki sarılırsın
Yokluğunun üşüttüğünü bilip
Sıcacık kollarında
Gözlerim kapıda belki gelirsin
Ağır adımlarla biraz da vakur
Ben de sana doğru yürürüm utangaç
Küçük ayaklarım
Küçük bedenim
Elinde bir küçük yastık
Bilirsin korkum yoktur
Ve biz o nehirleri çoktan aştık
Senin şehrin burası
Bak şu evin bahçesiydi değil mi
Kirlenmemiş bir tohumun
Bereketli bir toprağa ekildiği yer
Döndüğüm her köşe başında gölgen
Dokunduğum her çiçekte kokun
Nasıl da tanıdık her tabela
Karanlığa düşmüş her sokak
Bastığım her taşta izin
Gelmeyeceğini bilmenin yarası gibi derin
Gözlerim yolda belki gelirsin
19 Kasım 2019 Salı
17 Eylül 2019 Salı
Devir Teslim
Yolun ta kendisi değil midir yaşamak
Bayrağın hep elden ele geçtiği
Bu yüzden önemlidir
Tuttuğun bayrağın niteliği
Bayrağın hep elden ele geçtiği
Bu yüzden önemlidir
Tuttuğun bayrağın niteliği
22 Ağustos 2019 Perşembe
Papatya Sevinci
Bak şu üstümüzden geçen bulut gibisin
Ha koptu ha kopacak bir parçan
Bir de yamalı bohça sırtında
Belli ki yükün ağır
Nereden geldin kim bilir
Kaç kilo eder çektiğin kahır
Görüyorum
Mecalin yok anlatmaya hiçbir şeyi
Fırtına yemiş
Kirli sulardan içmişsin
Mutlaka bırakmışsın bir parçanı
Geçtiğin yerlerde
Ama eksik
değilsin
Benden izler de var
yorgun ellerinde
Başın dik gözlerinde bir papatya sevinci
Yine gelse fırtına
Yine kapanmayacak bu perde
15 Ağustos 2019 Perşembe
Tilki
Ne kurnazlığıydım tilkinin
Ne de kürkünün yumuşaklığı
Onca yer gezdim de
Tek yerdir döndüğüm
Yalnızlığımın kürkçü dükkânı
Ne de kürkünün yumuşaklığı
Onca yer gezdim de
Tek yerdir döndüğüm
Yalnızlığımın kürkçü dükkânı
29 Temmuz 2019 Pazartesi
Merdiven Yarası
Oturmuş merdivende küçük kız
Kapının eşiğinde bir çirkin oğlan
Merdivenleri yalayıp geçiyor
Utangaç bir hava
Bir deli cesareti kalıyor hatırda
Bir de avuçlarda derin bir yara
Kapının eşiğinde bir çirkin oğlan
Merdivenleri yalayıp geçiyor
Utangaç bir hava
Bir deli cesareti kalıyor hatırda
Bir de avuçlarda derin bir yara
24 Temmuz 2019 Çarşamba
Kaldırım
Gece ayak çekilse de üstünden
Çamurun kalır çöpün kalır
Bir sahipsiz cesedin kirli kanı kalır
Kırık taşların kalır
Bir de boş şişeleri
Boş bakışlı sarhoşların
Belki bir kavganın en hararetli yerinde kullanılır
Bir çocuk seslenir kulağına
Çok üşüdüm beni koynuna al
Sen ki taştan betondan yapılmışsın
Kenarların köşelerin keskin
Üstün başın bana benzer kirli kaldırım
Yatağım ol al beni koynuna
Ama etimden öldürme
Acır
Dayanamam ağlarım
Çamurun kalır çöpün kalır
Bir sahipsiz cesedin kirli kanı kalır
Kırık taşların kalır
Bir de boş şişeleri
Boş bakışlı sarhoşların
Belki bir kavganın en hararetli yerinde kullanılır
Bir çocuk seslenir kulağına
Çok üşüdüm beni koynuna al
Sen ki taştan betondan yapılmışsın
Kenarların köşelerin keskin
Üstün başın bana benzer kirli kaldırım
Yatağım ol al beni koynuna
Ama etimden öldürme
Dayanamam ağlarım
22 Temmuz 2019 Pazartesi
Küçük İskender
Benim adıma da konuş
Nasılsa ölüm susuşunda dillerimBen konuşamıyorum
Dilimde eşek arıları
Nasıl da öksürtüyor beni
Çıktığım bu karanlık yokuş
Benim adıma da seviş
Kirli duvarlarında yankılanmaya
Utanmasın çığlıkların
Ben sevişemiyorum
Yüreğimde yılan kuyrukları
Nasıl da yakıyor içimi
Yastığıma bıraktığın saçların
Benim adıma da öl
Nasılsa ben ölemiyorum
Kızgınım biraz da tanrıya
Ruhumda öyle keçi inadı
Benim yerime de öl
Gör yokluğunun
Nasılda soğukkanlı bir katil olduğunu
Ben yüzüne karşı diyemiyorum
Bir orospu kahkahası ile gül ölürken
Herkesi çirkin gösteren seni ölü gösteren aynalarına
Ama bir tek sen bil
Gülüşünü nasıl nefes gibi soluduğumu
Seni topraksız kurak yüreğime gömerken
21 Temmuz 2019 Pazar
Arsız Hüzün
Kuruldu evimin baş köşesine
Öyle sahiplenmiş gibi öyle arsızca
Kovsam gitmeyecek biliyorum
Sohbete gireyim diyorum
Biraz utangaç biraz adınca
5 Temmuz 2019 Cuma
Böyle Gecenin
Nasıl bir sabah körü ki bu
Ne bir işçi düşmüş yollara
Ne çöpçüler ve fırıncılar ayakta
Nasıl bir uykuysa bu
Yarım yamalak
Belli değil gerçekte mi düşte miyim
Nasıl bir geceki bu
Ne sarhoşlar ve köpekler sokakta
Ne bir yalnızlık türküsü kulakta
Nasıl bir acıysa bu
Sen yoksun hatırımda
Ben böyle gecenin suratına tüküreyim
Ne bir işçi düşmüş yollara
Ne çöpçüler ve fırıncılar ayakta
Nasıl bir uykuysa bu
Yarım yamalak
Belli değil gerçekte mi düşte miyim
Nasıl bir geceki bu
Ne sarhoşlar ve köpekler sokakta
Ne bir yalnızlık türküsü kulakta
Nasıl bir acıysa bu
Sen yoksun hatırımda
Ben böyle gecenin suratına tüküreyim
24 Nisan 2019 Çarşamba
Başka Biz Başka Kader
Başka yazılsaydı kaderimiz
Başka olurduk birbirimizde
Ve yön değiştirirdi,
Şimdi çivilerle yazadurduğmuz tarih.
Çırılçıplak bırakarak ruhumu
Doğruyla yanlışı çıkardım birbirinden
Bulamadım avuçlarımda kalanın ne olduğunu
Hangi göz göze gelişin ismini değiştireceksin
Sustu…
Bende sustum…
Sonra, çivilere daha sert vurarak yaz dedi,
Yoksa acıyla silinecek
Ruhlarınıza iliştirdiğim kader…
20 Nisan 2019 Cumartesi
Güvercin Mezarlığı
Kanadı kırılarak öldürülmüş
Güvercinler mezarlığıdır kalbim
Gücü yeter mi hiç
Ölmüşü diriltmeye
Öldürenden başka kimsenin
Güvercinler mezarlığıdır kalbim
Gücü yeter mi hiç
Ölmüşü diriltmeye
Öldürenden başka kimsenin
Korku
Bugün seni daha iyi gördüm
Dedi doktor
Gözlükleri burnunun üstünde
Duymazdan geldim
Kendimle konuşuyordum
Bembeyaz örtülerimin içinde
Bölemezdim
Dedi ki bana
"Bir gün
En delikanlı tavrımı takınarak
Arkama da bakmadan
Kapısını çarpıp
Gideceğim bu dünyadan
Lakin
Kafa kağıdımı unuturum
Diye korkuyorum"
Dedi doktor
Gözlükleri burnunun üstünde
Duymazdan geldim
Kendimle konuşuyordum
Bembeyaz örtülerimin içinde
Bölemezdim
Dedi ki bana
"Bir gün
En delikanlı tavrımı takınarak
Arkama da bakmadan
Kapısını çarpıp
Gideceğim bu dünyadan
Lakin
Kafa kağıdımı unuturum
Diye korkuyorum"
Yarım Yamalak
Kimsenin hikayesinde
Yerim olmadı benim
Bundan sebep
Ne zaman gelse elime kalemim
Kendi yorgun hikayemi yazdım hep
Kimsenin mektubunda
Halim hatırım da sorulmadı
Sayın diye bir zarfın üzerinde geçmedi adım
Gözlerimden de öpülmedi satır sonlarında
Bundan sebep
Kendimeydi yazdığım tüm mektuplarım
Kimsenin şiirinde de bir uyak olamadım
Uygun değildim hiç bir şiirin sözlerine dizelerine
Bundan sebep
Başlasam da bir deli hevesle
İlk mısra dahil
Hiç bir şiirimi tamamlayamadım
Yerim olmadı benim
Bundan sebep
Ne zaman gelse elime kalemim
Kendi yorgun hikayemi yazdım hep
Kimsenin mektubunda
Halim hatırım da sorulmadı
Sayın diye bir zarfın üzerinde geçmedi adım
Gözlerimden de öpülmedi satır sonlarında
Bundan sebep
Kendimeydi yazdığım tüm mektuplarım
Kimsenin şiirinde de bir uyak olamadım
Uygun değildim hiç bir şiirin sözlerine dizelerine
Bundan sebep
Başlasam da bir deli hevesle
İlk mısra dahil
Hiç bir şiirimi tamamlayamadım
13 Nisan 2019 Cumartesi
Uğur Mumcu'ya
Üç şarapnel parçasıyla
Un ufak olacak fikirler üretmedin
Savunmadın kepçeden ve bıçaktan yana olanı
Özgür Anadolu aydınlık insan idi gayen
Bizim memleketti işte eni konu
Dereden tepeden Söğüt’ten
Un ufak olacak fikirler üretmedin
Savunmadın kepçeden ve bıçaktan yana olanı
Özgür Anadolu aydınlık insan idi gayen
Bizim memleketti işte eni konu
Dereden tepeden Söğüt’ten
3 Nisan 2019 Çarşamba
Seninle Biz ve Bu Şehir
Seninle biz bu şehri
Uçsuz bucaksız bir gülistana çevirebilirdik
Vapurlarında Zeki Müren plakları çalabilir
Önümüze çıkan herkesin çantasına
Günaydın notuna sarılı çikolatalar bırakabilirdik
Devrimin aydınlığına çıkan sokaklarında bir küçük ayakizi
Yahut yorgun bir yoldaşımızın tok sesli merhabası olabilirdik
Seninle biz bu şehri
Kıran kırana bir kavganın ardından
Sarmaş dolaş bir dost meclisine çevirebilirdik
Belediye otobüslerinin pencerelerine ışıldaklar
Koltuklarına rengarenk yastıklar koyabilir
Yürüyen merdivenlerine gülümseyen çiçekler dikebilirdik
Seninle biz bu şehirde
Umudunu yitirmişleri tıklım tıklım bir sevgiyle doyurabilir
Sokakların karanlık koyusu kederini
Apansız bir kucaklaşma samimiyeti ile değiştirebilirdik
Seninle biz bu şehirde
Hiç olmazsa elele martılara sataşabilir
Belki bir sabah simidini sıcak çayını bölüşebilirdik
Ayaklarımıza dolanan sokak kedisinin kirli tüylerini okşayabilir
Kim bilir yedi tepenin en azından birinden haykırabilirdik
İnsanlığa sustuklarımızı
Ve kimbilir daha neler neler
Kedi şehir ben ve gülistandaki yerin
Hazırdı az önce demlediğim çay dahil her şey
Lakin sen bu şehre hiç gelmedin
Fotoğraf: Henri Cartier-Bresson
Demedin
Ülkede hakim olan gergin hava
ve amansız bir sıtmaya tutulmuşluk psikolojisi benimde üzerimde tepinirken
gördüm kısacık, araya onca yıl girmemiş daha birkaç gün önce görüşmüşüz gibi
samimi mesajını. "Merhaba nasılsın?" "Sen nasılsın" diye sormadan iyiyim
teşekkür ederim deyip hatta hiç cevap bile yazmadan mesaj kutumdan silmek geçti aklımdan. Bu mesajı, o umarsız
samimiyetini mesaj kutumdan silebilirdim lakin, yüzünü, kestirmeden bodoslama
içime dalan cümlelerini ve yüreğimde iz bırakan sıcak sesini aklımdan silmek
çok zordu. Hem de anlamsız bir şekilde geçmişime dadandığım ve her bir acı tatlı hatırasından
garipçe zevk aldığım şu günlerde hele ölesiye zordu.
Kısa bir şaşkınlığın ardından benden bekleneni yazdım. “İyiyim
çok teşekkür ederim. Sen nasılsın? Hayat nasıl gidiyor? Her şey iyi ve
yolundadır umarım.” gibi bir sürü birbirinin aynısı sorularla yanıtladım
mesajını.Her birine uzun uzun cümlelerle karşılık verecekmişsin de, ne kadar çok
soru sorarsam yılların ayrı yaşanmışlığını teker teker her soruya ayrı bir özen
göstererek cevaplayacakmışsın gibi. Tabi ki öyle olmadı. “İyiyim seni merak
ettim sadece” yazmıştın. "Seni merak ettim." Bağlayıcılığı etkileyiciliği ne
kadar da güçlü bir cümle. Hele girdap içerisinde savrulurken, çok can alan/can
yakan bu kaosun içinde beni düşündüğünü söylemen inan baskıcı rejimlerden daha fazla yaktı
canımı. İnce bir zehir gibi. Tatlı ama öldüren bir zehir gibi. Gözlerimi, içimi
kutup yıldızı misali aydınlatırken "yıllar önce sana altın vuruşu yapamadım şimdi
mi yapsam" acaba der gibi…
Ben her saçma
saplantısal ilişkimin sonunda yaptığım gibi, sana, senin gibi yaramı
okşayanlara ve izin verdiğim kadar o kabuksuz yarayı kanatanlara dair her şeyi
yakıp yıkmış izleri yok etmiştim. Elimde sadece sana ait gazı bitmiş bir
çakmak, eski bir mektup ve ilk tanıştığımız zamanlarda bana gönderdiğin, şuan
hangi kitabın arasında olduğunu bilmediğim o solgun fotoğrafın vardı. Onları da
o an etrafımda olmadıkları için ortadan kaldıramamış, sonra karşıma
çıktıklarında ise bir çocuk sevecenliği ile okşayıp gülümsemiştim.
Hep bu gelgitler içinde yaşadım seni tanıdığımdan beri. Ne
zaman kendime bir gidiş yolu seçsem izlerin kendine çekiyordu beni. Her
seferinde tüm yola çıkış inancımı direncimi yitiriyor yine kitapların
içerisinde kendimi seni ararken buluyordum.
Yine öyle olmuştu. Yazamamanın kısırlığı içinde balıklama
daldığım geçmişimin balçık havuzunda debelenirken çıkmıştın karşıma. Sana
yazabilirdim. Sayfalar dolusu, hiç bıkmadan. Ki en çok böyle dökebiliyordum
içimdeki gülleri de irinleri de.
Telefonda sesim kısılıyor kendimi cümleleri bir araya getiremiyor dilimin peltekleşmesine engel olamıyordum. Bunu bildiğimden numaranı istedim senden. Belki konuşamaz yarıda keseriz biter gider herkes kabuğuna çekilir kendi dikenli yorganını üstüne örter diye. Numaranı yazdığında, mesaja cevap vermeme ikileminin yerini "aramayacağım ulan" ikilemi aldı. Ve yine kendimi şaşırtmayarak benden bekleneni yaptım. Hem de senin verdiğin saati bir dakika dahi geçirmeden aradım.
Telefonda sesim kısılıyor kendimi cümleleri bir araya getiremiyor dilimin peltekleşmesine engel olamıyordum. Bunu bildiğimden numaranı istedim senden. Belki konuşamaz yarıda keseriz biter gider herkes kabuğuna çekilir kendi dikenli yorganını üstüne örter diye. Numaranı yazdığında, mesaja cevap vermeme ikileminin yerini "aramayacağım ulan" ikilemi aldı. Ve yine kendimi şaşırtmayarak benden bekleneni yaptım. Hem de senin verdiğin saati bir dakika dahi geçirmeden aradım.
Telefonun tuşlarına basarken ne bunca yıl sonra bir merhaba ile tekrar bağ
kurmamız ne de senin o umarsız cümle kuruşlarının değişmemesiydi beni
şaşırtan. Beni asıl şaşırtan bunca yılın, bunca yaşanmışlığın, bunca çöküşün,
ayağa kalkışın ve her seferinde yeniden dibi görüşlerin ardından, içimde eline uzak
sevgilisinden gelen üstünde bir sürü kalpler yazılar olan şirin mektubu
postacıdan alan ergenin o saf heyecanını hissederken ellerimin hiç titrememesi
idi. Ellerime şaşırmıştım. Oysa ki onlar senden ne zaman telefon gelse nereye
koyacağımı bilemediğim, saatlerce ahizeyi tutarken beni hiç yalnız bırakmayan ellerini tutabilme özlemini en çok hisseden
organlarımdı. Yokluğunda en çok onlar üşümüş, en çok onlar yaralanmış, en çok
onlar yazarken yorulmuş, en çok onlar sigara kokmuş, senli geçmiş zamanımın en
çok kahrını onlar çekmişti. Oysa şimdi bir ermiş olgunluğunda gibiler sakin
dingin heyecansız. Sanki çilehaneden çıkmış bir sufi erenin ruhi ağırlığında ufka
bakıyor gibiler.
Kulaklarımda işte o ses. Beni her görüşmede önce göklere uçurmanın zevkini iliklerime kadar yaşatıp sonrasında yerlere çalan o ses. Aynı yalın, sakin,
kendinden emin, bir o kadar da şirin albenili o ses. Sesini duydukça ilk karşılaştığımızda merdivenlere oturmuş,
kahverengi İspanyol paça pantolonlu minik kızın gözlerimin içine bakar gibi
konuşması gözümün önüne geliyor pamuklara sarıp sarmalıyordu işte beni. Bir o kadar yaralanmaya acıya
kanamaya açık çırılçıplak bir ruh haline sokuyordu. Sanki bir gece önce deli
gibi içmişim de kafamda filler tepiniyormuş gibi bir sarsıntı ve birazdan
kollarıma kelepçe takılıp götürülecek bir kanun kaçağının endişesi ile
konuşmaya başladım bende. Tabii ki havadan sudan, senin aklına düşmeme sebep
olan ülkenin içinde olduğu bataklığın tam ortasında açılan bir güle benzettiğim ve
umutsuzluk çukurunda herkesin ayı yavrusunu sever misali hoyratça
sarılacağından ötürü çok kısa bir ömür biçtiğim bir güle benzettiğim ümitvar gelişmelerden bahsettik.
Tüm bu duygular arasında konuşmaya devam ederken "seninle sohbet etmeyi çok özlemişim" dedin. Saatlerce politika aile ilişkileri kültür sanat edebiyat aklımıza ne gelirse artık saatlerce konuşmayı… Bende özledim dedim.
Çocuklarını anlattın bana. Kariyerin ve çocukların arasında
yapmak zorunda olduğun tercihinin seni nasıl zorladığını, çocukların nasıl
bölündüğünü eşinin hep farklı şehirlerde yaşamak zorunda olduğunu, çocuklarının
mutlaka ya anne ya baba eksikliği yaşadığını anlattın. Zor bela doktoranı verdiğini kendini artık çocuklarına adayacağını bahsettin.
Dedin ki nasıl da özlemişim seninle konuşmayı. Herşeyi derinlemesine anlatmayı, bildiklerimi
paylaşmayı, kendimi sesinin o naif yumuşaklığına bırakıp, sözcüklerinde
salıncak gibi sallanmayı özlemişim dedin.
Konuşup konuşup bitirememeyi, plaja çıkan ağaçlı yoldaki
soğuk bankta otururken başımı omzuna yaslamayı özledim dedin.
Okulu nasıl güçlükle bitirdiğimi, babamın yaşattığı
zorlukları, sürekli güçlü ve dimdik ayakta kalmak zorunda olduğum kartal rolüne
büründüğüm o serçe zamanlarımı, nasıl evlendiğimi, nasıl işe başladığımı,
çocuklarımın ateşlenmesine nasıl endişelendiğimi, ilk anne dediğindeki
mutluluğumu nasıl zaman zaman yalnızlıktan ölesiye korktuğumu, isyan günlerinde nasıl
yoldaşlara omuz verdiğimi, yalnız başıma içmelerimi anlatmayı özlemişim dedin.
Baharı özledim dedin. Ömrümde sadece oğlumu kucağıma
aldığımda hissettiğim o o coşkun bahara doyamadım, güneşe çıkmayı, nefes almayı
özledim dedin.
Eskiden dört gözle yolunu gözlediğim postacının yolunu
gözler gibi bir mektubu açmayı özler gibi özledim umuda ışığa huzura dair her
şeyi dedin. O saf temiz zamanlarımızı özledim dedin.
Saatlerce konuştuk. İlk tanıştığımız zamanlardan gülerek
bahsettik. Ben ne kadar acısını hala hissetsem de yine de istemsiz bir tebessüm
indi dudaklarıma. O zaman ki çirkin hallerim. İlk fotoğrafımı gördüğünde "o sese
bu yüz ha" diye şaşkınlığını yazdığın mektubun geldi aklıma. Güldüm acınacak hatta bol bol
acıdığım hallerime tebessüm ettim.
Bende anlattım en az senin kadar. Bildiğin ve tahmin ettiğin
her şeyi yeniden. Bende anlattım acılarımı yaralarımı kavgalarımı direnişlerimi
kabullenişlerimi yenilgilerimi çocuklarımı çocukluklarımı…
Gün akşama dönüyordu gökyüzüne baktığımda. Kapatmak gerekti artık. Telefonu, konuyu, geçmişi, geleceği…
Seninle konuşmayı, gülümsemeyi nefes almayı herşeyi özledim dedin de, bir seni özledim demedin.
Seninle konuşmayı, gülümsemeyi nefes almayı herşeyi özledim dedin de, bir seni özledim demedin.
28 Ocak 2019 Pazartesi
1977 1 Mayıs'ı
Her biri hıdırellezde bir gül
Güllere asılmış rengarenk dilek gibiydiler
Yürüdüler meydanlara kol kola omuz omuza
Kardeş eş ana baba yoldaş olmayı bildiler de
Patronlara diken olmayı bilemediler
Özgürlük dillerinde marş,
Devrim dudaklarında gülüştü,
Bize yarım kalmış bir isyan
Bir de bitmeyen yoldaş acısı düştü
Güllere asılmış rengarenk dilek gibiydiler
Yürüdüler meydanlara kol kola omuz omuza
Kardeş eş ana baba yoldaş olmayı bildiler de
Patronlara diken olmayı bilemediler
Özgürlük dillerinde marş,
Devrim dudaklarında gülüştü,
Bize yarım kalmış bir isyan
Bir de bitmeyen yoldaş acısı düştü
15 Ocak 2019 Salı
Saman
Sakla samanı derdi annem hep
Öğretmeden
Sapla samanı ayırmayı
Deneyerek öğrendim bende
Her kaybedişim de
Saman gibi içten içe yanmayı
Öğretmeden
Sapla samanı ayırmayı
Deneyerek öğrendim bende
Her kaybedişim de
Saman gibi içten içe yanmayı
13 Ocak 2019 Pazar
Yedi Onyedi Otuzyedi
7 m de neysem
17 mde de oydum
O'ydum 37 mde de
Sokakta yumruğum göklerde küfürbaz bir devrimci iken
Sorarken bir ağaç dalının bile hesabını
Kocaman kıravatlı bir devlete
Evde uysal bir tekir kedi gibiydim
7 mde de
17 mde de
37 mde de soramadım
Baba bana niye hiç sarılmadın
17 mde de oydum
O'ydum 37 mde de
Sokakta yumruğum göklerde küfürbaz bir devrimci iken
Sorarken bir ağaç dalının bile hesabını
Kocaman kıravatlı bir devlete
Evde uysal bir tekir kedi gibiydim
7 mde de
17 mde de
37 mde de soramadım
Baba bana niye hiç sarılmadın
11 Ocak 2019 Cuma
Herkes Herşeye Rağmen Yapışkan Bir Yalnızlığın Ortasında Can Çekişiyor
Bugün olanca ezilmişliğimle, kaç gündür düzeltmediğim yatağımda
oturdum saatlerce ayaklarımı yaşama uzatıp. Hiç dışarı çıkmadım. Dışarıda beni
o uğultulu kalabalıkların içinde korkunç bir yalnızlığın beklediğini biliyorum.
Bir şey daha biliyorum. Herkesin birbirine ölesiye söylemeye çekindiği bir şey.
Tıpkı hikayedeki çocuk gibi çıkıp “Kral çıplak” diyebilecek birini
beklediklerini, hikayeyi günümüze uyarladığımızda o çocuk gibi birinin “ ben
çok yalnızım ve bu yalnızlık beni öldürüyor” demesini beklediklerini biliyorum.
Bazen o deli cesaretini kendimde buluyorum. Tam kalabalık bir sokakta
bağıracağım sırada bir güç boğazıma diziyor. Bu belki de arkamdan beni
destekleyerek “bende senin gibi çok yalnızım” diyebilecek, kendiyle alenen
yüzleşecek birini bulamama korkusunun gücüdür. Her ne olursa olsun herkes
yapışkan bir yalnızlığın içinde can çekişiyor. Geceleri yatmadan kendileriyle
kıyasıya bir cebelleşmeye tutuşup başkalarının rüyalarına dalıyorlar. Asla
kendilerinin olmayan rüyalara.
Neden herkes bu derin yalnızlığın acısını görmezden gelip yüzeyi
pırıl pırıl parlaklığıyla insanın gözlerini kamaştıran şehevi duygularla insanı
içine çeken çıkar bataklıklarına dalıyor? Bu insani duyguların kendilerini daha
da zayıf düşüreceğinden korkuyor, kendi maddesel kurtuluşlarını bu
bataklıklarda arıyorlar.
Bunları düşündüm bugün, kaç gündür toplamadığım yatağımda
ayaklarımı yaşama uzatırken. Aklım tüm zindeliği ile bu garip yaşam insanlarını
düşünürken yüreğim ağır yaralanmışlığı ve kalabalıklığıyla seni, en azından
solgun hayalini bekledi. Yüzyıllar sürdü bu bekleyiş. Hem hayal kurmak zordur
bu insan kalbini sömüren acımtırak yaşamda.
Kırışık çarşaflar, kanamış dudaklar ve sararmış duvarlar vardı
yanı başımda. Tam anlamıyla yalnız sayılmazdım. Bilirim yalnızlığı, yine eskisi
gibi soğuktu. Ve gözlerim duvarlarım gibi çizik çizikti.
Dalmışım. Saatler sonra sigaramın külü yatağıma dökülünce ani bir
refleksle yerimden fırlayıp ürktüm. Bu ivedi ürküntü senin canını acıtıp
özgürlüğünü soyut parmaklıklar ardına tıkadığımı düşündürdü bana. Umutsuz ve
kaçak sevgiler uğruna çabucak yitip gidiveren ömürlerle birlikte. Yaşanmamış aşklar
gibi yaşanmamış yaşanamamış yılları vardı yitip giden ömürlerin.
Neler sığmazdı ki o yıllara. Önce çocukluklar. Meyve dolu bahçeleri,
çimen lekesi pantolonlarıyla. Sonra kaçamak öpücükleri ürkek bakışları ensede
patlayan tokatları ve tavan arası sigara içmeleri ile asi bir gençlik.
Artık kalkmalıyım dağınık yatağımdan. Önce düzen!!
Her şeyimi,
işimi evraklarımı dostlarımı ailemi yaptıklarımı yapacaklarımı düzenlemeliydim.
Seni bile sıraya koymalı yüreğimi kabına sıkıştırıp rafa kaldırmalıydım. Bilirsin
bu kahpe yaşam sorumsuzluk ve düzensizlik kabul etmez…
Yağmur Damlalarıyla Doyuruyor Beni
Dilimdeki kelimeler kırıldı. Sana anlatabileceğim anılarım yok
artık. Kış aldı elimden son umut parçacıklarını aşka dair.
Hem artık sen penceremden de vurmuyorsun yüzüme, güneşle birlikte
hafifçe. Zaten güneşte kaçıyor ya ne zamandır benden. Karnım da acıkmıyor.
Üstüne üstlük üşümüyorum da. Gölgem ısıtıyor ellerimi. Yağmursa gözlerime kaçan
damlalarıyla doyuruyor beni.
Şimdi sadece topacımı ve meleklerimi özlüyorum. Çocuktum o zamanlar. Tanrıdan
gizli gelirlerdi yanıma. Saatlerce topaç çevirirdik yaşamın dışında düzlük bir
arazide. Kış yoktu o zamanlar. Sen de. Aşkım topacım ve meleklerimden ibaretti.
Tanrının sesini duyduğumda ağlardım. Meleklerim tekrar geleceğiz der gibi
bakmazlardı her seferinde. Çünkü onlarda sezerlerdi yaşamın zamanla beni içine
çekeceğini ve artık topaç oynayamayacağımızı.
Yağmur doyuruyor beni gözlerime kaçan damlalarıyla ve gölgeme
tutuyorum ellerimi ısınsınlar diye.
Dilimdeki kelimeler kırılırken, sen de yaşama benziyorsun,
gözlerimin içine bencilce bakışlar atarak.
Büyüdüm.
En büyük ihanetimi meleklerime yaptım. Seninleyken onları unuttum egomu tatmin etmek için. Nereden
bilebilirdim senin de yaşama benzeyip topaçlarımı bir kenara atacağını.
Al işte. Büyüdüm.
Gözyaşlarım da akmıyor. Göz pınarlarımı kurutmuş
yaşam. Ağzım kupkuru, ellerim dilim tüm bedenim. Çiçeklerim darıldı açmıyorlar
yapraklarıyla birlikte dertlerini sonsuz bir huşu içinde. Oturup şöyle doyasıya
da konuşamıyoruz.
Ben büyüdüm. Sen gittin.
Şimdi her şey düşmanmış gibi. Çiçeklerim kuşlarım
mektuplarım duvardaki resimlerim bile bir başka bakıyorlar bana.
Meleklerim mi? Bu saatten sonra gelmezler. Gelmeyecekler biliyorum. Çünkü ben
artık çocuk değilim. Yaşamın ta kendisi var yanı başımda elinde keskin
zamanlarıyla. Yaşamın dışındaki o düzlük arazide de kaybolan çocukluğumun
üzerine dikilmiş apartmanlar.
10 Ocak 2019 Perşembe
Bezirgan
yürüdüm yürüdüm..
bildim bileli kendimi
omuzlarımda onca yük
yolum bunca devri alem...
yaşamak ağrısı dedim sancılarıma
sesler taşıdım
kelimeler yazdım
çizgiler gark oldu yüzümde
yaşlıydım ruhum kadar
yürüdüm
yürüdüm
ruhumda onca kesik onca gam
yolum buraya kadar
artık bir yere gidemem
seyyah oldum desem
öyle bir boşluk kalır
anlamların köşelerinde kocaman
evliya desen hiç değil...
belki eski bir sefir
belki yorgun bir bezirgan...
...
On Yıl
Hiç bilir miydim
Eylül hüznünü olduğu yere bırakıp giderken, Ekim’in bana AŞK getireceğini,
Hiç bilir miydim
Ekim isyanını içimde harlarken, yüreğimde kıvılcımlanan AŞK’ı da harlayacağını,
Hiç bilir miydim
İçime ekilen tohumu en iyi sonbahar yağmurlarının filizlendireceğini,
Hiç bilir miydim
Varlığını sorguladığım her şeyin sorgusuz sualsiz beni sana getireceğini,
Hiç bilir miydim
Kavgasını verdiğim geleceğin aslında içinde seninde olduğun bir gelecek olduğunu,
Hiç bilir miydim
Serkeşlik üzerine kurulmuş dünyamın, merkezinde çocuklarımızın olacağı bir dünyaya evrileceğini
Hiç bilir miydim
Sana dokundukça teninin damarlarımdaki kanımdan daha fazla bana hayat vereceğini
Hiç bilir miydim,
Siyah ve griye dönüşmüş gözlerimin mora bu kadar çabuk alışıp seveceğini
Hiç bilir miydim,
Turgut Uyar’ın dizelerinin senin hayatıma küçük bir tebessüm gibi gelişinle yanılacağını*
Ve Ekim’in hayatımdan hiç gitmeyeceğini
Hiç bilir miydim,
Yazdığım bütün hüzünlü aşk şiirlerine yüklediğim anlamın birden komikleşeceğini
Hiç bilir miydim,
İçimdeki yazma, sevme, direnme aşkımın gözlerinde kocaman bir Çınar ağacı gibi büyüyeceğini,
Hiç bilir miydim,
On yıl önce tutmaya korktuğum ellerini, şimdi bırakmaya korkacağımı,
Hiç bilir miydim,
On yıl önce omzumdaki çantanın yerine şimdi senden benden bir canı taşıyacağımı,
Hiç bilir miydim,
Yaşadığımız onca sancının ilacının bize kek pişiren oğlumuzun sımsıcak sarılması olacağını,
Hiç bilir miydim,
Geceleyin dışarıya gezmeye, eğlenmeye değil de ateşlenmiş oğlumuzun telaşı ile çıkacağımızı,
Hiç bilir miydim,
Menekşenin kokusunun olacağını ve bu kokunun misk-i amber misali beni cennetine katacağını,
Hiç bilir miydim,
Hayatın akışının elimizde olmadığını, buna kiminin kader, kiminin tesadüf benimse Seda diyeceğimi,
Velhasıl-ı Kelam,
10 yıl önceydi İzmir’de falıma bakan bir çingenenin, senin adını zikrettiğinde umarsızlığımın dönüp dolaşıp kocaman bir şaşkınlık içinde aşka dönüşüp hayatımın tam merkezine kurulup oturacağını bilemezdim.
Onca zamanın bize neler eklediğini neler çıkardığını, neler yüklediğini, neler aldığını, neler verdiğini, neyden neye çevirdiğini sorgulamıyorum… Zamana direnen insanlık tarihinde görülmemiştir.
Zor zamanlarımızın izlerinin zor geçeceğini biliyorum, ve biliyorum güzel zamanlarımızın gözlerimizde birbirimizi hala bulduğumuzun daha güzel geçeceğini ve izlere iyi geleceğini…
Bilmek bilmemek üzerine yazdım bu yazıyı. Zira hayat aslında bir öğrenmedir… Şimdi tebessümle bakıyorum hayat. Bize ne çok şey öğretmiş. Ve biliyorum ne kadar çok şey öğretecek daha.
Onuncu yılımızda, bana yine en güzel hediyeyle geldin… Bir CAN’la…
Seni seviyorum isminin başında sıfatların yetersiz kaldığı sevgilim…
Seni seviyorum tüm bilisizliğimle ve seninle gelecek tüm bilgilere olan açlığımla…
Seni seviyorum anaçlığının, analığının, kadınlığının, insanlığının, güzelliğinin ve Tanrının sana bahşettiği nadideliğinle…
CAN’ım
CANAN’ım
CAN’ımın CANAN’ı
CANLARIM’ın CAN’ı…
Hep söylediğimi söyleyeceğim sana…
İnanıyorsam Tanrıya, senden sebep…
Çünkü sen mucizesisin onun bana…
3 Ekim 2007’den
3 Ekim 2017 ye…
…
*
eylül toparlandı gitti işte
ekim falan da gider bu gidişle
Turgut Uyar (Acıyor Şiirinden)
9 Ocak 2019 Çarşamba
Birbirine Benzeyen Ölümler
saldım yüreğime mahpus kelimeleri
çelikten zincirleri kopararak
bıçak gibi kesip alır gözlerimdeki feri soğuk
martıları öksüz zamanı yarıda bırakır gibi
acımasızca kesip kanatarak
ayaz var burada berrak ve keskin
kurduğum düşleri çekip alır gibi
zengin mevsimlerinde kar serpiştirmiş tanrı
beyaz ve masum, ıslak ve çıplak
yoksulları da yoksul kelimelerimi de görmezmiş gibi
pencereyi açarım, içime ayaz batar
buz kesmiş eski çocuk parkı bembeyaz çimen çayır
yokluğun ve üşümek ne kadarda kardeş
ne kadarda birbirine benzeyen ölümler gibi ağır
İzi Kalsın
geceye inen hüzün gibi
çiğ düşüyor yokluğunda gözlerime.
yalnızlık sokakta benimle yürüyor
sokak lambalarıyla yarışıyor ay ışığı
gölgelerime değince
havlayan bir köpek gibi yırtıyor dalgınlığımı
ellerimde titreyen gül yaprağı
gözlerime takılıp takılıp
sana geliyorum diyorum
ardım sıra gölgelerim
ayağımda eski urgan
elimde solgun bir gül
melodiler geliyor pencerenden
duyuyorum
kulağıma ilintileniyor nağmelerin
döne döne berduşlar geçiyor karşı kaldırımdan
ve çöp toplayıcılar ağır kokularıyla
bense taşlara sürtüyorum ayaklarımı
ki izi kalsın yolunda
geçtiğimi bilesin
ya da bırak bilme
sen dayanırsın da
taş dayanır mı bu acıya
çiğ düşüyor yokluğunda gözlerime.
yalnızlık sokakta benimle yürüyor
sokak lambalarıyla yarışıyor ay ışığı
gölgelerime değince
havlayan bir köpek gibi yırtıyor dalgınlığımı
ellerimde titreyen gül yaprağı
gözlerime takılıp takılıp
sana geliyorum diyorum
ardım sıra gölgelerim
ayağımda eski urgan
elimde solgun bir gül
melodiler geliyor pencerenden
duyuyorum
kulağıma ilintileniyor nağmelerin
döne döne berduşlar geçiyor karşı kaldırımdan
ve çöp toplayıcılar ağır kokularıyla
bense taşlara sürtüyorum ayaklarımı
ki izi kalsın yolunda
geçtiğimi bilesin
ya da bırak bilme
sen dayanırsın da
taş dayanır mı bu acıya
Ölüm Vakti
güneşi öldürdüm bu sabah
yorgun bir balıkçı teknesinden
sen yoktun uzakta eski bir kentteydin
görmedin ellerime bulaşan özgür maviliği
griye boyadım sonra
bütün martıların kanatlarını
herkes bilsin diye
onlarında günahkar yanlarını
güneşi öldürdüm bu akşam
bankta oturan bir ihtiyarın nasırlı ellerinde
ölüm vakti geliyordu
ve gözlerimden akıyordu ellerin
sen görmedin
yorgun bir balıkçı teknesinden
sen yoktun uzakta eski bir kentteydin
görmedin ellerime bulaşan özgür maviliği
griye boyadım sonra
bütün martıların kanatlarını
herkes bilsin diye
onlarında günahkar yanlarını
güneşi öldürdüm bu akşam
bankta oturan bir ihtiyarın nasırlı ellerinde
ölüm vakti geliyordu
ve gözlerimden akıyordu ellerin
sen görmedin
8 Ocak 2019 Salı
Menekşe Kokusu
teoriler yıkılıyor
duvarlar yıkılıyor
gökyüzü büyüyor masmavi
menekşe kokuları beni ölümsüz kılıyor
duvarlar yıkılıyor
gökyüzü büyüyor masmavi
menekşe kokuları beni ölümsüz kılıyor
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
O Zaman
Yorganımın ayaklarıma denk düşmediği zaman Açlığın uykuya döndüğü Utancın hin gülüşlerin mengenesinde öldüğü zaman Kitaplığın önündeki solgu...
-
Kötü olanın Beni artık sevmediğini düşünmek sanıyordum Daha kötüsü Hiç sevmediğini düşünmekmiş En kötüsü ise Sevmediğini bilmek Mevsim mevs...
-
Özlem nedir? Nedir bahar? Begonvillerin önünde iki çocuk. Birinde çirkin bir gülüş, birinde nazlı bir duruş, Görsen gülüşlerinde güneşler ...
-
Gümüşsuyu'nun üstü meydan Solumda Alman konsolosluğu Adı konmamış ihanetlerin yılgın ağırlığı Sırtımda keskin bir gürz Takip ediyor gö...