16 Aralık 2022 Cuma

Menevşe Şerbeti (Şarkı)

anlamıştım bir gün suların durulacağını

yorgun ve yoksul bir ekim akşamı

menevşe şerbetinde seviştiğimde

denizin ardına güneş düştüğünde


hey hat...


anladım ki
gözlerinde kaybolduğum güzel
tanrının ta kendisi imiş...

hey hat...
yaşamak ne güzel şeymiş...

15 Aralık 2022 Perşembe

Merdiven Yarası (Şarkı)

Oturmuş merdivende 7

Güzel bir küçük kız 5

Kapının eşiğinde 7

Çirkince bir oğlan 5


Utangaç bir hava 6

Yalayıp geçiyordu 7

Taşları kırılmış 6

Solgun merdivenleri 7


Bir deli cesareti 7

Kalıyor hatırda 7

Bir de avuçlarda 7

Derince bir yara 7


Unutmak mümkün değil 8

Hatırlamak mı asla 7

Birikip duruyorlar 8

Üst üste masamda 7


Sudaki Gül (Şarkı)

Ey yerde akan su

Üşütme gülümü

Sarılasın diye 

Bıraktım kucağına

Dökme yaprağını

Acıtma canını


Çok narindir çok

Tedirgindir o

Ardına bakmıştır

Ödemiştir diyetini

Geride bırakmıştır 

Taç yaprak gülüşlerini


Ey yerde akan su, 

Korkutma gülümü

Büyüktür rahmetin

Sevgin çok derindir

Bu kendi adıma 

Senden son dileğimdir


Ey gökten düşen su, 

Karartma önünü

Ruhunu okşa diye 

Bıraktım eteklerine

Yolu çok çetindir

Taş koyma önüne


Çok narindir çok

Tedirgindir o

Ardına bakmıştır

Ödemiştir diyetini

Geride bırakmıştır 

Taç yaprak gülüşlerini


Ey yerde akan su, 

korkutma gülümü

Büyüktür rahmetin

Sevgin çok derindir

Bu kendi adıma 

Senden son dileğimdir



Eksikli Bir Şey

Evet Bay Sartre
Eksikli bir şeydir dil
Lakin tam anlatabilseydi
İçimdeki dili dışımdaki dil
Hikmeti olur muydu
Sese kavuşmuş, mürekkebe düşmüş sözcüklerin

Söyleyebilseydi insan 
İçinden geçeni eksiksizce
Okunur muydu esamesi
İçini harlayan aşkın azametinin

Evet Bay Sartre 
Eksikli bir şeydir dil
En incesine kadar anlatıldıysa eğer bir şey
Bilin ki o şey asla sevmek değil

Susmak

içimde büyüdükçe büyüyor 

zehirli bir susmak

kapanmaz cüzzam yarası sanki

vicdanımı sarmalıyor o kanlı cerahat

zeytin ağacına anlatayım diyorum 

kaldırım taşına

çöp tenekesine

kediye anlatayım, en azından şu aç kediye

yoksa içimden öldürecek beni bu anlatamamak








5 Aralık 2022 Pazartesi

Ahval

betimsizliğin ve belirsizliğin

çekiminde evrilmek

ve bazen

denizin üzerinde yürümek gibi bir ahval içindeyim. 

yüreğimde acımasızca çatışıyor benle ben

hani diyorum kendimden biraz gitsem.

bu acının sesinden, gülüşünden, ağırlığından

uzaklaşsam ağır ağır bir vagonun penceresinden el sallayarak...

ne acıtıyorsa canımı

yüzüstü bırakıp bu mistik şehrin hengamesinde

kaçıp gitsem


gitme desen, yüzleşemem

acırım yüzüme baktıkça

ve yaklaştıkça yüzüne

dilime dolanır hüzünbaz türküler

ben betimsizliğinle sevişirken

duvarların koyu karanlık gölgelerinde

sen

ahşap bir pencerenin kirli camlarından

ufka bak yeter

 göremiyorsan beni eğer

bil ki bitmiştir bu yangın

nasıl senden habersiz sana yandıysa

külleriyle de dost olmuştur o vakit

 

ve azad edilmiştir yüreğim

yüreğinden

habersizce

 

27.04.2011

Cinayet Arzusu

Hayranlıkla izliyorum
Üsküdar motorundayız ikimiz
Anlıyorum o da bana bakıyor ara ara
Ben ona baktıkça 
Bir tanrıça görüyorum
Saçları rüzgara karışmış gözleri mağrur
Öyle güzel gülüyor ki
Elinde kurumuş bir zeytin dalı
İçinde ağır bir öldürme isteği olmalı

21 Kasım 2022 Pazartesi

kelam düşman eylemiş heceyi

 kı-zıl od-a dön-müş i-çim sön-mü-yor (11)

dert-le-rim dü-ğüm ol-muş çö-zül-mü-yor (11)

ben i-çe-ri ben öl-müş di-ril-mi-yor (11)

kırk bir top-rak at-sam da gö-mül-mü-yor (11)


ge-ce be-ni bi-lir ben de ge-ce-yi (11)

gü-ne küs-tüm gö-re-me-dim ha-le-yi (11)

ke-lam düş-man ey-le-miş her he-ce-yi (11)

kırk sa-tır da yaz-sam hiç o-kun-mu-yor (11)



Kırlangıç Direnişi (Şarkı)

Kırdılar kırlangıcın kanatlarını 12
Fırtınalı gecede sabaha karşı 12
Girdiler gelincik tarlalarına 12
Kapkara sakalları postallarıyla 12

Uyandırdılar hep uyuyan devi 11
Şimdi her kapı bir direniş evi 11
Sokaklar caddeler alev alsa da 11
Bahara çevirecekler her yeri 11

Direniyor kadınlar 7
Direniyor çocuklar 7
Kaçacak delik arasın 8
Kara kalpli mollalar 8

Güneş yine doğacak 7
Uçacak kırlangıçlar 7
Kadınların ellerinde zeytin dalı 12
Zeytin dalına konacak kırlangıçlar 12



 

10 Kasım 2022 Perşembe

Paradoks

bir yandan bu belirsizlikler

bir yandan bu belirsizliklerin cazibesi

bir yandan bu belirsizliklerin cazibesinin  insanı diri tutuculuğu

bir yandan bu belirsizliklerin cazibesinin  insanı diri tutuculuğunun getirdiği yorgunluk

bir yandan bu belirsizliklerin cazibesinin  insanı diri tutuculuğunun getirdiği yorgunluğun üstüme yüklediği ağır yalnızlık arması

Tüm bunları haldır haldır çalışırken düşlemem, kedimin bir yün yumağını gerçek sanması

Çok garip yalnızlığın baki, ölümün en belirgin şey olması




Yeni Gün

Peygamber çiçeğinin taç yapraklarında 

Karanlıklardan çıkıp geleyim de

Bir merhaba diyeyim diye bekliyor yorgun güneş

Zaman şimdi elimde fırından yeni çıkmış bir simit

Yürüyorum yukarıya taşlı tarladan

Uzaklardan köpek havlamaları geliyor

Sıcacık dumanı üstünde bir çay gibi, göğsümde büyüyen umut

Bulutların arasından hemen seçiyor seni gözlerim 


Bir arı tereddütsüz günebakan çiçeğine konuyor

Yanımdan hızla geçip gidiyor bir kırlangıç

Bak kırlangıçlar da sana benziyor

Biliyorum yitirdik dünü, bir çocuğun başını bile okşamadan

Simidin susamları yerlere dökülmeden kalk gel hadi, 

Bugün de bizim, 

Bugün de güneş bize sesleniyor


 

8 Kasım 2022 Salı

Öldüğünü Bilmeyen Ölülerin Ülkesi

Zalimin çıkarttığı yangınlara su taşırken

Mazlumun kayıtsızlığında piştim ben

Öldüğünü bilmeyen ölüler ülkesi burası

Nasır tutmuştur ellerim

El verirken bir kabzımalın yüküne

Su taşıdım tek tek buğday başaklarına

Üşenmek, burun bükmek ne haddime

Tütün kuruttum, pamuk hasat ettim

Kavurulurken yüzüm güneşin alnında

Tornacı tezgahından, kaynak ateşinden

Mobilya talaşından

Denize çıkan sokaklardan,

Ormana açılan bahçe kapılarından, 

Ayağımda çizme, başımda baret

Kaldırım gören yarım pencerelerden süzüldüm maviye

Bir ceylan gibi sekerken aslanın pençesinden

Zalimin dişli düzeneğine çekicimi vururken ellerim kanlı nasır

Mazlumun pişkinliğinde taş olmaya durdum ben

Şimdi nasıl da güzel dönüyor yağlı çarklar 

Çok mesut halinden kabzımal, tornacı ve dahası

Bu kabulleniş yalnız bana münhasır değil

Çocukların sesi de yok parkta, 

Bir güzel tablo üstünde kadının gözü de

Ya da bir köpeğin kendi kuyruğu etrafında dönüp duran neşesi

Çok mesut halinden çiftçi, fırıncı, çöpçü ve daha onlarcası

Ama hiç yüzü gülen de yok

Çünkü burası öldüğünü bilmeyen ölüler ülkesi


26 Ekim 2022 Çarşamba

Eksik Literatür

"Öldüler" diyorum "öldüler, anla"

Yaşamıyor hiçbiri, şimdi şuanda

Beynimdeki uçurumlardan atıldı çocukluk zamanlarım

Yokmuş literatürde böyle bir şey

Hatıralar gömülmezmiş toplu mezara

Kabul ettiremiyorum ulan kimseye 

Ama bu da bir nevi katliam

Sınırını aştığımız sevgilerden vurulduk hep

Kıyısına yanaşamadığımız nefret çürüttü yaralarımızı

Bu kanıksanmış cinayetler ne kadar da muntazam

















22 Ekim 2022 Cumartesi

Har Ağacı

Dalgalanıyor kıyısında şiirlerimi yaktığım göl

Birazdan rüzgar ateşi harlayacak, 

Kavrulacak kağıt kesiği ellerim,

Ben kibriti çakan tarafıyım bu yangının

Sen ellerime tutuşturan tarafı

İnat ettim bu kez ben ölmeyeceğim, sen kendi kendine öl


Anahtarları denize atalım parmaklıklar arasından 

Bırakalım artık bu yalancı el tutuşları

Her sarhoş kendi masasında ağlasın,

Her mahkum kendi hücresinde asılsın,

Kağıtların arasına katalım siyah beyaz unutuşları

Kendi çamuruna bulansın her çiçek

Sevmek, senin içinde büyük Azazil kibri

Sevmek ebedi bir ölüm, ölüm ilahi bir gerçek


Kendi kalemimi kendim kırdım ben, 

Har ağacındadır infazım

Bir göl kenarında yaktım kalan günlerimi

Ben kibriti çakan tarafıyım bu yangının 

Sen kibriti elime tutuşturan celladı


Ben hiç sevmedim kendimi bu cihanda

Bir ağacı yahut bir çocuğu sevdiğim kadar

Diyeceğim o dur ki;

Bu kibrit son kuru kibrit ve bu şiir buraya kadar

17 Ekim 2022 Pazartesi

Sebebin Hesabı Sonucun Bedeli

        Akşam yemeğimizi yemiş, üstüne misafirlerimiz ile kahve eşliğinde ana teması vazgeçilmez gündemimiz olan zamlar, hayat pahalılığı üzerine sohbet ediyorduk. Tam olarak sohbet denilmez elbette. Bir şekilde dert yanıyorduk birbirimize. Derdimizin muhatabımız yoktu çünkü. Çünkü muhataplarımız bizim ya deli ya da hain olduğumuzu düşünüyor olmalıydı ki ekonominin sürekli iyi olduğundan, dem vuruyordu meydanları ve medyanın tüm zamanını işgal ederek... 

        Böyle bol serzenişli bir muhabbetin ortasında,  göğsümüzün tam ortasına fil gibi oturan, ciğerimizi yakan, bizi hareketsiz bırakan bir acı haberle düştü suratlarımız. Ve dilimden dökülen ilk cümle "yine mi ?" oldu. Yine mi arkadaş!!! Yine mi patladı grizu, çöktü maden ocağı? Yine mi önce tekli rakamlarla başlayıp sonra çift belki de 3 haneli rakamlarla ifade edilecek canlarımız yitip gitti? 

        Babam yaklaşık 30 yıl çalıştı maden ocaklarında. Kah Amasra'da kah Zonguldak'ta kah emekli olduktan sonra Çankırı'da. Biz alışkınız her sabah helalleşerek babamızı işe göndermeye. Alışkınız eşimizin, dostumuzun göçükte kaldığını duymaya... Ki hala babamın kaburga kemiklerinde vardır bir göçüğün izi. Benim de gözlerimin önünden ve kulaklarımdan gitmez Çankırı da birlikte çalıştığımız dönemde 

        Yani alışkınız derken kulaklar alışkın, dudaklar alışkın. Ama yürek alışmıyor hiç. Çünkü o göçükte kalan aslında geride kalanlar oluyor hep. Çocuklar oluyor, analar oluyor, eşler oluyor, metin olmaya dik durmaya çalışan, madenden bir şekilde emekli olabilmiş babalar oluyor. Acıya alışılır mıymış hiç? Sabahında birlikte kahvaltı yaptığın kardeşin, aynı yatağı paylaştığın eşin, seni sımsıkı sarıp koklayıp giden babanın yokluğuna alışılır mıymış hiç? Nitekim ateş düştüğü yakıyor ve o yangının izi hep kalıyor. O ize baktıkça yangın harlanıyor yeniden... 

        14 Ekim 2022 tıpkı diğerleri gibi, tıpkı kendi gibi kapkara yazıldı tarih sayfalarına. Bilmem kaçıncı maden faciası!!! sıfatıyla. Bu kez kırk bir canımızı yitirmiştik. Kimi bekar, kimse yeni evli, kimi yeni doğacak çocuğunu bekliyor, kimi çocuğunu öpmeden çıkmış evinden. Hepsi daha gencecik. 

        Geride kalan çığlıklar, gözyaşları (timsahların ki dahil) ve gövde gösterileri (çimenleri ezen fillerin) kaldı. E bittabi vatan millet naraları, şehitlik nutukları, bolca dini ritüeller ve dualar... 

        Şimdi sıra geride kalan ailelerin acılarını dramatize ederek reyting devşirmeye yahut çeşitli yardım kampanyaları ile duyguları suistimal etmeye geldi. 

        Elbette hep birlikte el ele acıları paylaşalım, geride kalanlara omuz olalım, dualar okuyalım, yardımlaşalım, birlik olduğumuzu gösterelim... 

        Peki ya nedenlerini sorgulamayı, sebep olanlara hesap sormayı, sicilinde maden kazası olanları terfi ettirenlere dur bir dakika demeyi, ortalıkta dolaşan uyarı raporlarını, işçi beyanlarını, daha önceki kazaları hiçe sayanlara hesap verin demeyi, dünyada üretilen kömür başına ölen madenci sayısı niye en çok bizde, niye başka ülkelerde madenciler ölmüyor da bizde ölüyor diye sormayı kim yapacak? 

         Bugün yargının adli bir olayda bile kamuoyu baskısı olmadan sessiz kaldığını düşünürsek, böylesine ihmaller ve umursamazlıklar silsilesinin kaçınılmaz neticesi olan bir katliama "kader" deyip geçelim, geride kalan ailelerin 3 gün sırtını sıvazlayıp unutalım ve önümüzdeki yaşanacak muhtemel kazaların!!! acılarına yüreğimizde daha çok yer açalım...

          Muhalefet dün sessiz kalıp oylamaya eksik katılım sağlayarak meclisten geçmesine vesile olduğu sansür yasasına bugün hayır olmaz geri çekin diye bağırmakla meşgul. Çünkü o yasa gündeme geldiğinde türban gibi büyük bir problemle uğraşıyorlardı.  Zira kendilerinin yayınladıkları Sayıştay raporlarına aynı gün "dezenformasyon" diyerek itiraz edildi -başında Kozlu da 8 madencinin öldüğü olay sonrası para cezası alıp terfi ettirilen kişinin olduğu- kurum tarafından. 

          Küçük bir anıyla bitireyim.

         Yıllar önce çalıştığım firmada genel yönetim toplantısında üretim müdürü patrona "efendim zemin sürekli ıslak olduğu için işçilerin ayakları ıslak hasta oluyorlar, yeni 100 çift su geçirmez ayakkabı almamız lazım" dediğinde patronumuz " suyu kesin o zaman hasta olmasınlar. Her altı ayda bir ayakkabı maliyeti mi daha fazla, suyun kesilmesinin maliyeti mi daha fazla? Sebepleri önleyin sorunu değil" demişti. 

        Ne zaman ki kötü olayların sebeplerini ortadan kaldırırız o zaman huzura ereriz. Bunun da ancak liyakatla, bilimle, teknolojiyle, kanun ve yasalarla olması gerektiğini hepimiz biliyoruz. 

        Hala bu faciaları yaşıyorsak bir yerlerde bunlar eksik demektir... Haliyle sebepler ve failler gün gibi ortada demektir... 

        Acılar yaşandığında gösterdiğimiz dayanışmayı ve birliği, yaşatanların karşısında da göstereceğimiz günlere ereceğimiz umuduyla... 


17.10.2022


        


        

        


30 Eylül 2022 Cuma

Sudaki Gül

Ey yerde akan su, üşütme gülümü

Kırma incecik dalını

Dökme solgun yapraklarını

Sarıl diye bıraktım kucağına

Ne olur acıtma canını


Ey gökten düşen su, üşütme gülümü

Güneşi çok özledi o, karartma önünü

Ruhunu yumuşat diye bıraktım

Eteklerinin altına

Yolu çok çetin

Ne olur kaydırma ayağını


Çok narindir

Çok tedirgindir

Geride bırakmıştır 

Kökünü ve tomurcuklarını

Bir diyet gibi keserek


Büyüktür rahmetin

Sevgin derindir

Ey su, sen gülümü korkutma yeter

Bu, kendi adıma senden son dileğimdir...

21092022

29 Eylül 2022 Perşembe

Adem ve Güvercin

İnce bir yağmurun içinden geçiyorum

Ne sırılsıklam ıslanıyorum iliklerime kadar

Ne de tedirginim illegal bir ölümden

Bakıyorum da herkes, kendi günahının içinden

Laf yetiştiriyor başkalarının günahlarına

Dizlerinin boyu kadar

Ama her ne hikmetse gitmiyor hiç kimse 

Bir ermişin ayak izinden, arpa boyu yol kadar 


Adil bir yağmurun içinden geçiyorum

Her şey net, her şey aklımda ayan beyan

İki şey yok yalnızca hatırımda, bir dün bir de yarın

Netliğime bakma içimde sonsuz bir galeyan

Senden ibaret işte yürüdüğüm bütün yol

Sağlı sollu uzanmış bu ağaçlar sanki saçların


Sen avuçlarımda sırılsıklam kanatlı bir güvercin

Kızgın bir yağmurun içinden geçiyoruz

Sonu gelmiş gibi bir şeylerin 

Bu düşen yıldırım şu çakan şimşek

Kopuyor gökte bir gürültü bir tantana

Korkma, seni göğüne salacak kadar seven bir ademin elindesin

Şöyle düşün, göz kırpıyorum Tanrının diliyle sana


Bitecek elbet bu yağmur, son bulacak karanlık

Sen kendi göğüne kanat çırpacaksın

Ben şiir okuyacağım balıklara Sarayburnu sırtlarında

Elbet biz bu ölümlü sevmelere alışacağız

Buluşacaksak  şayet bir gün

Beyoğlu'nda bir sokağın adam kayırmaz eşitliği içinde

O boyalı duvarın saçakları altında buluşacağız

29092022
























23 Ağustos 2022 Salı

Ölme Mevsimi

Gül bülbüle ümit vermiş durduğu daldan

Bülbül saçmış toprağa gülün tohumunu

Biter bahar, gelir diye kış

Ey bülbül, yeşermez o gül, boşuna o uğraş 

Bu mevsim sevme mevsimi değil


İnsanlar geçiyor sokaktan, hepsinin yakasında fotoğrafım

Gözümle saydım bir solukta, o kadar az

Bir bakayım kimler omuz vermiş tahta sandığa

Kimler vefakar, kimler kadirşinas, kimler değil

Yararak kalabalığı, bir çocuk geliyor mezar başına

Sesleniyor eğilip, usulca

Kalk baba, bu mevsim ölme mevsimi değil





22 Ağustos 2022 Pazartesi

Endişe

Zamanlı zamansız nasılsın diyememek

İçimdeki sancının adı

Nasıl olduğunu bilememek belki de

Ya kötüysen,  acıyorsa canının bir yerleri

İşte ağzıma gelen, bu endişenin kekremsi tadı


Bu cüzzamlı endişenin ağırlığı üstümde

Oturdum sahilde yarısı ıslak bir bankın kuru tarafına

Bir şiir yazdım, kim bilebilir ki bu şiiri sana yazdığımı

Aç martılar bilir, karınları doyup gidene kadar o da

Kulaklığı kulağında hızlı adımlarla yürüyen kız bilebilir

Denize rastgele olta sallayan şu acemi balıkçı kesin bilir

Bu saatte geldiyse buraya, yarası derindir, o kesin bilir

Kimseden değil ama sen bilirsin bundan eminim

Daha okur okumaz

İç geçirirsin cevap verir gibi uzun uzun

Senin de göğe bıraktığın mektubu kimse bilmez

Bir üstümdeki o ağır endişe 

Bir de, suda ki balığa seni soran ben bilirim...




19 Ağustos 2022 Cuma

Bahane

Dik ve eski bir yokuş bu yürüdüğümüz yol

Tepemizde kıskanç bir güneş

Göğe dokunma gayesi tastamam cebimizde

İnceden ter yürüyor alnımızdan boynumuza soğuyarak

Kapılar dizilmiş sağlı sollu, bir tabur asker gibi

Rengarenk, allı pullu, üç basamaklı kapılar

Geçmişi aşağıda bırakmanın ürkekliği üstümüzde

O geçmiş ki, çok uzaklara bıraktığımız hırçın bir kedi

Hiç bırakmayacakmış gibi peşimizi


Zamandan ve insandan muaf bir yürüyüş bu

Kapılar, basamaklar, taş kaldırım, ve gökyüzü var en çok

Kapı önlerinde alkım çiçekleri boy boy

İstemem ne geçmiş, ne de bir insan evladı

Kimse gelmesin ardımızdan

En güzel bahanem benim bu yokuşlar

Öpmek için sevgilinin yorgun ve al yanaklarından


19.08.2022 İstanbul


 




5 Ağustos 2022 Cuma

Tanrıyı Hatırlamak

Yan yana iken gözlerine bakamadığım doğrudur

Doğrudur yokluğunda gözlerini özlediğim de

Su verdiğimde, veremden ölmüş bir gencin 

solmuş mezar çiçeklerine

Ellerini hatırlarım bembeyaz, 

küçücük kırılgan ellerini

Ellerini hatırlamak ölümü hatırlamak gibi biraz


Yan yana iken ellerini tutamadığım doğrudur

Doğrudur yokluğunda uzun kıvırcık saçlarını özlediğim de

Okşadığım da, bir çocuğun

Kirden ağırlaşmış saçlarını sevecenlikle

Küçük ayaklarını hatırlarım çiçekli çoraplar içinde

Ayaklarını hatırlamak, güneşe koşmayı hatırlamak gibi biraz


Sen yokken, ne yapmak istedimse seninle,

Yan yana iken yapamadığım doğrudur

Doğrudur seni görmenin verdiği heyecanın denizinde

bütün denizcilik kurallarını unuttuğum

Her bir ayrıntınla hatırımda tutuyorum seni

En çok sevdiğimdi mesela gözlerin

Gözlerinde her gün yeniden doğurduğun umut

Bendim rüzgarlı bir akşam, gözlerini ayırmadan baktığın o beyaz bulut


Bekle geleceğim elbet yine bir bahar dönümünde

Hiç bitmeyecekmiş gibi süren yolculuklar yaparak 

Yeni açmış mor begonvillerin önünde bekle

Gönderdiğin bir fotoğrafta 

Ellerini tutmuştun iki güzel sapsarı saçlı çocuğun

Saçları ki onların yüreğimde yalım alaz

Söndürmek ne mümkün 

Ah onları hatırlamak Tanrıyı hatırlamak gibi biraz


05.08.2022





4 Ağustos 2022 Perşembe

Başka Sevmek Üzerine

 

-Ne düşündüm biliyor musun? Okuduğum bir çok imkansız sevgi hikayesinde, sevgi hep masumdu. İçinde şehvet barındırmıyordu asla. Bu bizim hikayemizse, biz bu hikâyenin neresindeyiz tam olarak. 

-Okuduğun hikayeler şayet yaşanmış ise şehvet kısımları çıkarılıyor, hayal ürünü ise atlanıyor. 

-Peki şart mı?

-Şart değil tabi. Şartlı sevgi mi olurmuş Allasen? Özenle hazırlanmış bir kahvaltı gibi, peynir tabağı yanında şarap gibi, güzel kıyafetler gibi. Şart değil ama olursa çok güzel olur, olmazsa dünyanın sonu değil.

-Peki şehveti çıkarmasa yazar, nasıl biterdi sonu bu hikayelerin?

-Sevmek tamamen kalp ile alakalı, hissetmekle. Sevişmek mevzubahis olunca ise işin içine beden giriyor, beden girince tabu giriyor, günah giriyor, kimlik giriyor, legallik, illegallik giriyor. Giriyor babam giriyor. Haliyle bu sevişmelere Şırnak'ta Konya'da hikâyeyi okuyan "günah" diyor, İzmir'de Çanakkale'de okuyan "vay be ne ateşli aşk" diyor. Yazar ise sevginin sadece kutsallığının konuşulması istiyor. Çünkü o her coğrafyada kabul görüyor. Sevişme olmadığı için kimse sormuyor "neden seviştiler" diye. Ama sevişseler "niye seviştiler ki şimdi bunlar" deyip soracaklar ve hayal güçleri sevginin evrensel kutsallığından uzaklaşıp bedene, hareketlere seslere indirgenecek. Belki de o büyülü kutsal sevgi bir anda bu şehvete yenik düşecek. Özellikle sevişmenin günah!!! olduğu coğrafyalarda yazarlar bunu yazamazlar korkudan. Kabul görememe belki de linç korkusundan. Senin okuduklarında muhtemelen bunlardan. Sevişmeyi çıkarmasa yazar sonu nasıl biterdi dersen. Coğrafyaya göre değişir. Yazara göre ise sabittir. 

-Ya sen?

-Ben derken? Yazar mıyım mı diye soruyorsun? Sevişmek benim sevgi anlayışıma gölge düşürmez. Aksine tat verir. Sen ne düşünürsün bilemem. İşte burada coğrafyadan, yetiştirilmekten, kimliklerden, ekonomik özgürlükten, geleneksel anlayışa kadar her şeyin kıstası geliyor. Ayrı tutulmalı mı? Bence hayır. Ama sevgi hikayesi salt sevişme üzerine de kurulmamalı kesinlikle. Öyle olursa ilk orgazmda biter her şey. Bu yüzden diyorum ki, seninle her şeyin tadına varmak istiyorum. Seni her şeyinle seviyorum çünkü. Bedeninle kalbinle ruhunla bakışlarınla. Ama seni kutsamıyorum. Peygamber değilsin, melek değilsin, tanrıça hiç değilsin. Harika bir kadınsın. Güzelsin. En başta evrende var olan her şeye karşı vicdanlısın. Masmavi gökyüzü, yemyeşil orman, sapsarı topraksın. Keşfedilecek çok şeyin var nezdimde. O yüzden diyorum, bulutundan yağmuru, toprağından çiçeği böceği, ormanından bin bir rengi hissetmek istiyorum. Sinemaya gitmek istiyorum mesela seninle. Konsere, yeni bir şarabın tadım gecesine, operaya mesela. Müzeye, resim sergisine, sanat galerisine... Metroya binmek, geminin güvertesinde çay içerken dalgaları ve uzaklaşan karayı seyretmek istiyorum. Temizlik yapmak, mobilya taşımak, evi boyamak istiyorum. Seninle yapacağım her şey demek, seni tanımak, kapılarını açmak, içine girmek, daha çok tanımak ve daha çok sevmek demek benim için. Daha basit olmak gerekirse kafamda seninle ilgili elli planım varsa bunların bir ikisi cinsellik barındırır içinde. 

- Beni çok tanıdın, çok sevdin diyelim. Bu daha çok üzmez mi seni peki?

- Hayır. Ben seni terk edebilecek kadar çok seviyorum. Desen ki şu an ayrılalım. Hemen seninle iletişimi kesebilirim. Yıllarca görüşmeyebilirim. Ama seni sevebilirim de. Vazgeçilmezim değilsin çünkü. Ben seni arabesk sevmiyorum. Gidersen ah vah etmem, varlığında etmediğim gibi. 

- Varlığımla yokluğumun hiç farkı olmayacak mı sende?

- Olmayacak evet. Çünkü ben seni varlığında da yokluğunda da aynı seveceğim. 

 

2 Ağustos 2022 Salı

Nezaket

Bilmem kaçıncı senesiydi ömrümün kaçıncı ayı 

Çok da ihtiyar sayılmam canım 

Ama hiç hatırımda yok orası

Bildiğim, kaz ayağı çizgilerim gözlerimde

Mevsimlerden yaz, ayağım çıplak

Yalayıp geçiyor yüzümü hafif bir rüzgâr

Omuzumda kadınımın yorgun başı

Teni tenimde, nasıl kadife gibi yumuşak

Bir ileri bir geri, dönüyor tepemizde ıhlamur ağacı

Ihlamurda kuş, kuşun ağzında cıvıl cıvıl bir şarkı

Altımızda bizi kucaklamış yumuşacık bir hamak

Kıvrımlı beliyle yaşlı bir nehir akıyor yanı başımızdan

Nasıl da saygı duyuyor seslerine cırcır böceğinin

Nasıl da salınır gibi düşüyor yaprak yere

Acıtmamak için canını toprağın

Ve toprak nasıl da kucaklıyor kırmamak için belini yaprağın

 

İzlemiştim, suyun toprağa, toprağın yaprağa nezaketini

Akşamüstü bir nehir kenarında gözlerimin derin çizgileriyle

Derin yaralarıyla yüreğimin, 

Delirmiştim insanın kabalığına, ıhlamurun altında dönerken dünya

Olmasaydı kadınımın hatırı, utancımdan intihar ederdim kesin... 

02.08.2022

29 Temmuz 2022 Cuma

Uslu Durup Şirinleri Görmek mi? Yoksa Şirin olmak mı?

                "Eğer uslu bir çocuk olursan sende şirinleri görebilirsin". Böyle diyordu Peyo'nun yarattığı,  uzun yıllar ABD'de yasaklı kalan Şirinler çizgi filminin dış sesinde. Şöyle bir kafamızı kaldırdığımız da yahut yüreğimize dokunan şeylerin sahiplerine baktığımızda, bize söylenen uslu durmak telkininin aksine sistemin usluluk (ben usluluk yazıyorum siz biat anlayın) dayatmasına ses çıkaran, cesur ve bir o kadar iyi kalpli insanları görmemek işten bile değil. En güzel örnek benim için Kazım Koyuncu. "Birbirimizi anlamamız için aynı dili konuşmamıza gerek yok. Ezildikten hepimiz aynı şarabız" diyecek kadar evrensel bir insan tanımıyla herkesi kucaklayan ve bir o kadar sisteme karşı ses çıkaran Kazım Koyuncu. Birebir tanımasam da ölüm haberini aldığımda yıkıldığım ve bir köşede sessizce ağladığım bir Kazım Koyuncu. Ve o, yok edici lağım sistemin silahlarından, nükleerin etkisiyle artan kanser vakalarına kurban verdiğimiz milyonlardan birisi... 

                Dün, 24 Haziran 2001 tarihinde yaşadığım o acı hisleri bir kez daha yaşadım, kitaplığımın önünde -yine ölümüyle yıkıma uğradığım- Küçük İskender'i okurken aldığım İlhan İrem'in vefat haberi ile. O da gök kubbede yerini almıştı beklemediğimiz bir anda. Romantik ve aşk dolu şarkıları, yediden yetmişe sınıf, ırk dil kültür vs. ayırmadan herkesin şarkılarına ezbere eşlik ettiği güzel insan, kendine münhasır İlhan İrem işte. Kalakaldım öylece koltuğumda. Yine bir vicdanı ve aşkı dava belirlemiş güzel insan, en çok ihtiyacımız olduğu zamanda, yarınlarımızın bize yazık edildiği zamanlarda ayrıldı aramızdan. Bu dünyaya çok değerli eserler haricinde bir dünya görüşü, bir duruş bir renk bıraktı. 

                Yaptığı iktidar ve sistem eleştirileri ile birlikte hiç bozmadığı çizgisi, ekoloji mücadelesindeki duruşu, Atatürk sevgisi ve ilkelerini sahiplenişi, aydınlık günlere olan özlemi, üretkenliği ve yarınlara yazık olmaması için verdiği uğraşı hep hatırımızda kalacak. 

                İnsanın neşesini, umudunu, güzelliğini yok edecekleri ve aydınlık saçan tüm değerleri, bilimi felsefeyi, sanatı bir bir ortadan kaldıracakları ve halkı Ortadoğu bataklığına sürükleyecekleri gün gibi ortada iken biz iktidarın -uslu bir çocuk olun- telkinlerine kendi çapımızda ne kadar uymasakta yeterli değilmiş demek ki. Her geçen gün daha kötüye gidiyorsa durum, gerektiği gibi gür çıkaramamışız demek ki sesimizi... Şimdi ise daha bir anlamlı geliyor ve daha bir yüksek sesle, içimizi yakan pişmanlıkla söylüyoruz değil mi " yazık oldu yarınlaraaaa" diye... Ben üstüme düşeni yaptım yanılgısına ve rehavetine düşmeyin asla. Yoksa bir bir yitirdiklerimiz, vebal uğruna toprağa verdiklerimizin anısına ihanet etmiş sayılmaz mıyız?

                İktidarın uslu çocuğu olmayı reddedenler bir bir aramızdan ayrılırken biz ne yapıyoruz peki? Şapkamızı bir türlü kafamızdan çıkarıp önümüze koyamıyoruz değil mi? Ne geçmişten ders, ne de yitirdiklerimizi örnek alıyoruz. Uslu uslu kapalı kapılarımızın ardında hayalini kurduğumuz şirinler köyünün sihirli değnekle hop diye gerçekleşeceğini sanarak bekliyoruz öylece... Oysa Gargamel bir bir ortadan kaldırıyor bilge şirinleri, mühendis şirinleri, çalışkan şirinleri, şakacı şirinleri. Hele şirineyi  kadın cinayetlerini normalleştirerek sindirmiyor mu? 

                Şirin baba ve şirinlerin işin içinden çıkamadıkları sıkıntılarda zaman zaman başvurdukları büyü cesaretin ve bilginin ta kendisi olmasın sakın? Acaba biz uslu olmaktan çıkıp gargamellere ve azmanlarına artık haykırmalı mıyız aydınlığa özlemimizi ve ihtiyacımızı? Ya da artık seyirci kimliğimizden çıkmalı  kendi küçük mantar evlerimizi hazırlamalı mıyız? 

                Biz kim miyiz? Yarınları karanlık adamlarca yazık edilen ve susturulan Smurf'larız... 

                SMURF= "Socialist men under red flag" yani Kızıl bayrak altında yaşayan küçük adamlar... 

                Işığınız yoldaşınız olsun sevgili İlhan İrem ve diğer şirinler... 

                Uyanırsak aydınlığı getireceğiz söz... 


28 Temmuz 2022 Perşembe

Filhakika

 

Şimdi ben seni sevmesem,

Bir şey eksik kalırdı mutlaka, bundan eminim

Çiçeklere ve sokağa daha az anlamlı bakar, dalgaları daha az duyar, güneşin kızıllığından umut doğurmazdım mesela

Kedileri daha az sever, çimenlere uzanmaz, durgun suda taş sektirmezdim

Ben seni sevmesem

Ne işçi servislerinde yorgun yüzlere dörtlükler yazmak geçerdi içimden,

Ne sıcak ekmeğin kokusu cezbederdi beni

Ben seni sevmesem, güne yarım başlar çeyrek bitirirdim

Boğazımda yumru olur takılır kalırdı şekersiz çay, susamı avuçlarımda silkelen simit

Ben seni sevmesem ne çok şey olurdu küçük köhne dünyamda

Fizik kanunları daha ağır işler, kimyası bozulurdu yüreğimin

Kapılarımdan ibaret kalırdı coğrafi sınırlarım

Tarihim dünden ibaret

Zor gelirdi yemek içmek yürümek raftan bir kitabın sayfalarını çevirmek

Her şeyi seninle öğrenmiş ve seninle sevmişim gibi

Kendi dışıma ve hayatın içine içine büyümeyi bile seninle öğrenmişim gibi

Ben sevmesem cüce kalırdı benliğim senliğe karışmasaydı eğer

Sanaymış benden yana bütün şiirler, yorulmalar, dinlenmeler, gezmeler, işe gitmeler

Giyinmeler, soyunmalar, öfkeler, hüzünler, özlemler

Sanaymış bütün doğumlar ölümler artık bilirim

Ben seni sevmesem ömrümde ne çok şey değişirmiş meğer

Filhakika, hep gecede kalırmış zaman sen de beni sevmeseymişsen eğer.


28.07.2022

13 Temmuz 2022 Çarşamba

Osnabrück'te Bir Kadın

Sokağa açılan tüm kapıları kapatın

Hatta güneşe açılan pencereleri de

Üstümde yorgun bir ihtiyar alınganlığı var

Kırdıysam özür dilerim her birinizden ayrı ayrı

Unutun lütfen ettiğim küfürleri de

Arıtın tüm külliyatınızı ve fikriyatınızı benden 

Bilhassa kan çanağı gözlerimden

Üstüme yeni yetme şairlerin şiirlerini atın

Bir tek onlar iyi geliyor bana

Söndürülmesi imkansız tüm yangınlar bende başlıyor

Kıvılcımlar sizden

Kim söylüyorsa delirdiğimi 

Üstüne üstlük aynalarda kendimle seviştiğimi

Yalan söylüyordur ama siz yine de inanın

Alışkınsınız sizinle ilgili olmayan yalanlara inanmaya

Şiirlerinde hep kırlangıçları yazıyor diyenlere de aldırış etmeyin

Onlar kaç bahardır uğramıyorlar bana

Müzeleri geziyor bulutlu bir yaz günü

Osnabrück'te bir kadın sakin ve sessizce

Barışın kentinde olmanın hayranlığını taşıyarak

Müzeler ve sanat galerileri yalan söylemez

Çok zaman sessiz kalsalar da sokaklar keza öyle

Ne anlatıyorsa size, asıl siz ona inanın

Modern çağ bana göre değil ben sizi aldatırım

Ateşkesi imkansız tüm savaşlar bende başlıyor

Arşidüklere suikastler ise sizden

Osnabrück'te bir kadın ne anlatıyorsa size 

Rica ediyorum siz ona inanın

Öldü diye müttefikim kuşlar

Lütfen beni de ölmüş sayın


Temmuz 2022 Bartın




11 Temmuz 2022 Pazartesi

Ademin Derdini Dert Eyledim (Türkü)

küs-mek ne-dir bil-mez i-dim (8)

dağ-lar ba-na kü-ser ol-du (8)

yo gir-me-ye  ni-yet et-tim (9)

yol da yol-cu da kü-ser ol-du (9)


mu-rad ey-le-dim i-çim-den (8)

ne yar bil-di ne ya-ra-dan (8)

me-şak-ka-te gir-dim de-rin-den (9)

ne can bil-di hey ne-de ca-nan (9)


bir cu-ram var-dı bir hır-kam (8)

a-dem der-di-ni dert et-tim (8)

ba-şa kal-dı on-ca yük-le gam (9)

hak-ka git-me-ye ni-yet et-tim (9)




8 Temmuz 2022 Cuma

En Çok Şairler Ölüyor

Bu hayatın kahrını en çok şiir çekiyor

Onun ardından şarkı çekiyor notalar eşliğinde

Ve sonra boy boy resimler

Kan kırmızı, çimen yeşili, gök mavisi, güneş sarısı resimler

En çok şairler ölüyor ince hastalıktan, siz bilmeden

Öylece gözünüzün önünde ölüyor şairler

Senin yırtık ayakkabını, sökük ceketini

Kuru ekmeğini, çürümüş meyveni

Sırtındaki semeri, elindeki nasırı sırtında taşıyarak 

Kavganın yalnızlığını omuzlanarak ölüyor şairler

Bazen dışlanarak meclisten, 

Bazen insan eliyle yanarak

Ekmek kavgasında debelenirken sen 

Şair senin kavganı haykırırken son nefesinde

Hiç merak bile etmeyeceksin aşk bu ölümün neresinde


Pişmanlık

Çoğalmıyormuş hiçbir şey sevmedikçe

çok geç anladım bunu

Üsküdar motorunun güvertesinde

Simit ufaladım kuşlara

Kuşlar bana baktı ben kuşlara

Bak ölüyormuş her şey gülmedikçe

Saymadım kaç adım geldim size

Ve siz kaç adım kaçtınız benden

Ölürsem yas tutmayın demeyeceğim

Bilirim tutmazsınız zaten

Onu hatırlayan son kişi öldüğünde ölürmüş insan

hamuru sevmekle yoğurulmuş bir adem 

Düşünmeden yaprağın ne hissettiğini nasıl kırabilir bir dalı 

Hiç anlayamadım bu da çok enteresan


Ölürsem kurun dost meclisini

Şiirlerimi okuyun bir ağaç gölgesinde

Şarap için, ant için sevmeye ve gülmeye


Sulamazsan çiçek vermiyor aksine kuruyormuş dal

Yeşermiyormuş bodur kalıyormuş umut 

İnsan hiç pişman olmuyormuş ölmedikçe



4 Temmuz 2022 Pazartesi

Ben Bu Ölümden Muafım


Bak şu karanlık kente, görüyor musun?

Herkes bir sevişme cinayetinde çığlık çığlığa

Benimse önümde iki kablo var, biri doğum kırmızı biri ölüm gibi siyah

Yüzümün derin çizgilerinde, 

İçimden geçerken ektiğin kan çiçeklerinin kurumuş tortusu

Avuçlarımda seni görememezlikten sebep, bıçak yarası gibi keskin bir ah

Sen beyaz sarı ahenginde yemyeşil dallı bir papatya

Sanıyorum ki herkes böyle bilecek böyle anacak

Bense papatyaya konmuş, acemi beneksiz bir uğur böceği

Cesedimi, kaldırımlardan emekli çöpçüler kazıyacak

İçimde patlayacak el yapımı kıpır kıpır güleç yüzlü intiharlar

İki kablo var önümde biri ihanet kırmızı, pişmanlık siyahı biri 

Hangi kabloyu kesersem keseyim, ikimizden biri eksilecek

Eksilecek birimizin içinden diğeri

 Her eksilmede, dilimde kıpkızıl bir süryani şarabı 

Bir de sesinin sesime uladığı sarhoş peltekliği dolaşacak

Yüzüm yeni tıraş olmuşluğun gerginliğinde

Bir kesik atsam ortalık kan gölü olacak


Ben seni nasıl severim sormuşsun, 

Söyleyeyim o vakit, sarhoşum nasılsa hiç mahzuru yok

Bunu ben bir tasvir sayarım

Sen otobüs durağına boşalmış bir sarhoşun zehirli kusmuğu say

Başka çocukları severken babasına sarılan kız çocuğu kıskançlığı biraz

Ölmesin diye bir kelebeği kozasına sokma gayreti de denilebilir

Ve kendi soğumuş cesedini yaşatma ümidiyle en çok


Hangi tabirle seversem seveyim seni

Faili meçhul, kim sevdiye gidiyor yüreğim çaresi yok

Bırakmazlar bu cinayetin ipuçlarını öylece sokakta

Yakmışlardır böcek cesetleriyle çoktan 

Yakmaları da gerek zaten

Yoksa buz tutacak şehir, nefretin soğukluğundan

 

İki kablo var önümde biri şehvet kırmızı, açlık siyahı biri 

Hangi kabloyu kesersem keseyim

Nafile bütün zırhlar, kabuklar, korunaklar

Elbet eksilecek birimizin içinden diğeri


Biz şimdi seninle, şehrin tam ortasında konuşlanmış

Sarp bir vadinin iki dik yakasıyız

Bu tepemizde eksilmeyen kara bulutlardan

Bilhassa ıslah edilmemiş özlem yatağından aşikar

Birleşmemiz de elzem ama bir o kadar imkânsız

Bir imkansızlığın tezahürüdür yıkılmış kemerli köprüler

Şu saatten sonra su içsem zehir, ilaç içsem faydasız…

 

Ah Gaia, bu sevişmelerin bilançosu çok yüksek

Anladım ki, ben bu kanlı sevişmelerden muafım

Kızgın bir kirpiyi okşamaya benziyor şimdi bu vadiden geçmek

Sen sırtını bana dön, ben sırtımı sana

Seni bilmem ama bu kavgada ben Mikail'den tarafım

Keşke olmayacak şu meczup duasına âmin demesek


Ben seni ne zaman severim diye de sormuşsun söyleyeyim

Kolu bacağı yara bere, kafası gözü kırık

Pansuman bekleyen bir yaralıyım nasılsa,  hiç mahzuru yok

Bunu ben apaçık neşretmek sayarım

Sen bir meczubun sonradan görme aşk müsrifliği say

Ben seni en çok sabah körü severim

Çünkü istisnasız her sabah sen sanıyorum 

Betonların arasından sezaryen doğan güneşin kızıllığını

Buna hiç şüphe yok, diğer zamanlarda da seviyorum

Ama en çok sabah körü, en çok


Hani birimiz mahmur diğerimiz ondan daha mahmur

Üstümüzde yıkanmamış, geceden kalan o hayvani saflığımız

Yatağımızdaki ter, yere düşmüş solgun pike,

Kucağımıza atlayan çirkin tekir, şiirler darmadağın her yerde

Bitmez bizim bu tören havasında sevişmeye açlığımız


Yalan değil gözünün çapağını ayrı severim,

Bacağından kalçana sıyrılmış geceliği ayrı

Ojesi bozulmuş tırnağını ayrı, duruşunu oturuşunu apayrı

Sen öldürmenin hazzını almış bir katil gibisindir artık nezdimde

Olay mahalline dönmüş, tedirgin bir zanlı

Bense ölmenin lezzetini tatmış bir maktül

Seni annenin kızlık soyadı gibi bilirim 

Çünkü seni çığlık çığlığa kalbimden doğurdum ben

Papatyalardan taç yapmak benim için sıradan bir teamül


Lafı gelmişken bir daha söyleyeyim

Ben ki seni en çok sabah körü severim, diğer zamanlar stabil

Hiçbir kuşu öldürmedim şimdiye kadar

Konu hiç sandığın gibi değil


Gün doğacak diye değil ifşa olacak diyedir bu şehrin karanlık çığlığı

Ne zaman sokakta bir çocuk sevsem

Tokat gibi suratıma çarpar yoksulluğun bu dikiş tutmaz çıplaklığı

Karanlıkta biliyor herkes gibi

Ne büyük bir matahtır bu oysa

Gündüzleri susulur ve koca koca güneş gözlükleri ile kuşanılır körlük

Geceleri ise uyunur utanmazca

İpek çarşafların serinliğinde anadan üryan

Ki utanmazlık çıplaklıktan değil uyumaktandır umarsızca

Mesela benim, gündüzleri tükeniyor bir kiraz ağacına sarılma umudum

Kuruyorlar suskunluktan, her yoksul ölümde kuruyacaklar biraz daha

 

Güneşte biliyor herkes gibi, bu yaşananlar hiç sıradan değil

Bastırır çığlıkları, katile yardım ve yataklık yapan bu karanlık

Geceleri kör bir aydınlıkta işlenir en çok suçlar

Bende biliyorum ama bunları bilmek çözüm değil

En çok kanla sulanır bu kötülük coğrafyasında ağaçlar

 

Ben seni nerede severim sormuşsun hadi onu da söyleyeyim.

Kırklanmamış mundar bir cesedim nasılsa, mahzuru yok

Sen benden kendine gitmek istiyordun, 

                    yolun benim kanayan damarlarımla kesişiyordu

Ben senden kendime gelmek istiyordum,     

                    gözlerin bana hep yanlış biletler kesiyordu

Ben seni Tarlabaşı'nda çöpe atılmış bir karyolanın paslı gıcırtısında da severim

Katmandu’da bir tapınağın önünde yağmura ana avrat söverken de

Bak tebeşirle etrafımı çiziyor beyaz tulum giymiş bir polis, 

Coğrafyanın hiç önemi yok son tahlilde

 

Bir böcek kadar kıymeti olmasa da artık, iki kablo var önümde

Biri kavuşulması imkansız özlem kırmızı, diğeri mecburi bir vazgeçiş gibi simsiyah

Hangi kabloyu kesersem keseyim eksilecek içimizden biri

Faili meçhul bir ceset ayaklanacak bu karanlık şehirde

Eksildikçe birimizin içinden diğeri


 

 

 

23 Haziran 2022 Perşembe

Konu Sandığın Gibi Değil

Ben seni en çok sabah körü severim.

Çünkü sen sanıyorum 

Betonların arasından sezaryen doğan güneşin kızıllığını

Buna şüphe yok

Diğer zamanlarda da seviyorum

Ama en çok sabah körü, en çok

 

Hani birimiz mahmur diğerimiz ondan ala,

Yıkanmamış, geceden kalan o hayvani saflığımız

Yatağımızdaki ter, üstümüzdeki pike, kucağımıza atlayan tekir

Bitmez bizim bu

Her bir tören havasında dokunmaya açlığımız

 

Yalan değil

Gözünün çapağını ayrı severim,

Bacağından kalçana sıyrılmış geceliği ayrı.

Fularını koklamayı ayrı, suyunu huyunu apayrı

Suçun hazzını almış gibisindir

Günah mahalline dönmüş, tedirgin bir zanlı

Annenin kızlık soyadı gibi bilirim 

Çünkü seni çığlık çığlığa kalbimden doğurdum ben

Kötülüğe dördüncü evre üşengeçsin
Her şeyi koşulsuz sevmeye tez canlı

Lafı gelmişken bir daha söyleyeyim

Bendim kanadı kırılan, yaramı saran sen

Uçmaya yorgun sendin, kanatlarını rüzgâra açan ben

Ve ben ki seni en çok sabah körü severim, diğer zamanlar stabil
Hiçbir kuşu öldürmedim şimdiye kadar
Konu hiç sandığın gibi değil

 

O Zaman

Yorganımın ayaklarıma denk düşmediği zaman Açlığın uykuya döndüğü Utancın hin gülüşlerin mengenesinde öldüğü zaman Kitaplığın önündeki solgu...